19 Ocak 2019
Sen Üşüme Nainggolan
Moratti Ailesi iki kuşak Inter'i yönetti. Baba Angelo, Inter'i büyük Inter yaparken oğlu Massimo, servetinden 1.5 milyar euro harcadığı 18 yılda Juventus'un karıştığı şike skandalı olmasa belki de şampiyonluk yaşayamayacaktı.
Massimo gereğinden fazla iyi bir adamdı. Büyük yetenek ama 'yan gel yat' kafasıyla kariyerini geçiren Recoba'ya yıllarca evlat muammelesi yapan, Şampiyonlar Ligi'nde statü gereği oynamayacağı ortaya çıkınca Forlan'ı alan kulüp profesyonellerine "Canınız sağolsun" diyen, yıllar süren sakatlıkları boyunca başından ayrılmadığı Ronaldo "Ben Real Madrid'e gidiyorum" dediğinde "Güle güle çocuk" diyen bir başka adam Massimo Moratti...
Bir insan elindeki en iyi futbolcuları ezeli rakibine hediye eder mi? Massimo Moratti etti ve "Kendim ettim kendim buldum" eşliğinde bir gün kulübü Uzakdoğu sermayesine satmak zorunda kaldı. Pirlo'yu takasta çerez olarak kullandı. O Pirlo, Milan orta sahasının değişmezi oldu. Yetmez elbette. Futbol dünyası Seedorf gibi tırnağına kadar büyük yetenek az görmüştür. Evet o da Inter forması giyiyordu ve akıllara ziyan bir takasla Milan'a gönderildi. Başkanlığı süresince 25 sol bek alan Moratti'nin 90'ların ortasında kadrosunda ufak tefek bir Brezilyalı sol bek vardı, onu da Real Madrid'e sattı. O da gitti dünyanın gelmiş geçmiş en iyi sol beki oldu. O sambacı elbette ki Roberto Carlos'tu.
Kemik seslerinin hiç eksik olmadığı İtalyan futboluna Arjantinliler -ki zaten İtalyan kökenliler- kolay uyum sağlardı. Inter orta sahasında Diego Simeone yıllar boyunca oynayabilirdi, sadece iki yılın ardından kendini Lazio'da buldu. Fabio Cannavaro, Buffon'un Parma'dan takım arkadaşıydı. Buffon, Juventus kalesinde efsane olurken, Cannavaro da Inter defansının lideri olacaktı.
Moratti saf adamdı, Juventus'u Calciopoli skandalına sürükleyen Luciano Moggi'nin yıllar sonra çıkan telefon kayıtlarında "Soyunma odasında arıza çıkar da seni Juventus'a alalım" dediği Cannavaro denileni yaptı ve Inter tarihin en iyi savunmacılarından birini daha kaybetti.
Başkanlığının son döneminde elinde iki büyük yıldız vardı. Siz, Hollanda Milli Takımı'nın 10 numarasını 8 milyona satar mısınız? Peki aynı transfer döneminde geleceğin yıldızı Coutinho'nun da takımdan ayrılmasına izin verir misiniz? Diyorum ya Moratti "güzel" adamdı, bolluk günlerinde yılda 6 milyon euro verdiği Sneijder'e artık o parayı ödeyemezdi. Galatasaray fırsatı kaçırmadı. Coutinho da üç kuruş paraya gittiği Liverpool'da büyüyüp 150 milyona Barcelona'nın yolunu tuttu...
Gün geldi, deniz bitti, Massimo Moratti elini ayağını çekti Inter'den ama transferde o hep tokatlanan karakteri Milano kulübünde yaşamaya devam ediyor. Kulübün sahibi artık Çin sermayesi kontrolünde ama değişen bir şey yok. Sezon başında Roma orta sahasından bir gladyatör aldılar, aldılar da bu gladyatörün içkisi, sigarası, gece hayatı pek meşhur.
Nainggolan Inter'e gelirken, Roma 38 milyon euro bonservisin yanında 19 yaşındaki Nicolo Zaniola'yı istedi.
Inter bu, altyapısından yetişen gençle mi uğraşacak, "Alın sizin oldu" dedi.
Eski futbolcu Igor Zaniolo'nun oğlu Nicolo, sezonun ilk yarısında en büyük çıkışı yapan genç olurken, Nainggolan, Milano'da gece kulüplerinde sabahlayıp Inter yönetimini çileden çıkartıyordu. Massimo Moratti artık kulübün patronu değil, olsaydı Nainggolan'a o soğuk Milano geceleri için hiç üşütmeyen pahalı bir kaban armağan ederdi...
Burak Yılmaz
Bir zamanlar adı İnönü Stadı'ydı. Kapalı'nın önünde oynadığı ilk yarıda 10'dan fazla hücum girişimi yapmış, rakibin sol bekini felç etmişti. "Büyük futbolcu olacak" dediğimi hatırlıyorum. Ama ilk başta yanılttı. Bir iyi bir kötüyle Beşiktaş'ta tutunamazdı. Sonra bir jenerasyonun mutlaka yolunun düştüğü Manisa'ya gitti. Fenerbahçe macerasından aklımda kalan ise tribünlerin ıslıkladığı, her ıslıkta biraz daha oyundan düşen ve kafası yerde oynayan bir futbolcuydu. Asker traşı yapmıştı kafasına, bunalımda olduğu kesindi. Trabzonspor'da yolları Şenol Güneş ile kesiştiğinde talihi de döndü, bir başka futbolcu oldu. Onun adı artık santrfor Burak Yılmaz'dı.
Teknik direktör Şenol Güneş'in oyun planı onu beslemeye yönelikti. Herkes son vuruş için topu Burak'a atacaktı. Egoist olmayı da o günlerde öğrendi, bu huyu sonraları ona çok zarar verecekti. Bizim memlekette bazı futbolcuların kontratlarına akıl sır ermez. Hangi futbol bilgisine sahip olduğu bilinmeyen yöneticiler bazen menajerlerin elinde oyuncak olurlar. Dönemin en iyi golcüsü için "5 milyon euro getirirse istediği takıma gider" maddesini kim yazdırmıştır acaba Trabzon'da? O şartı yerine getiren Burak Yılmaz, kendini Galatasaray'da buldu. Artık kariyerinin olgun dönemindeydi, Şampiyonlar Ligi'nde grup aşamasında Cristiano Ronaldo ile gol krallığında yarışacak kadar da çıtayı yükseltti. En başarılı ve en mutlu olduğu yer Galatasaray'dı ama kulübün boş kasası ona gelen ilk teklifin üzerine atlamayı gerektiriyordu. Dönemin başkanı Dursun Özbek, Burak'ı Çin'e satarken menajere 1 milyon euro komisyon ödeyecek kadar 'usta' bir başkandı. Ne tesadüf bugünlerde çok tartışılan Ozan Kabak'ın "7.5 milyon euro'ya serbest kalır" yazan kontratını da Dursun Özbek yapmıştı. Premier Lig'e gitmek yerine Çin'e gitmesinin tek açıklaması vardı: Kariyerimin bundan sonraki kısmında derdim kupalar ve renkli hatıralar değil, bol sıfırlı bir banka hesabı... İlk günlerinde Burak, Çin'de gol attı haberleri gazete sayfalarında, haber bültenlerinde vardı da sonra haber değeri kalmadı. Allah aşkına Burak, Çin'de gol atsa ne olur atmasa ne olur... Manisa günlerinden beri yakın arkadaş olduğu futbolcularla milli takımda yaşananlardan hiçbirinin yanına kar kaldığını sanmıyorum.
Trabzonspor'a döndüğünde bir yerli futbolcunun futbol tarihimizde aldığı en yüksek yıllık ücreti aldı. 4 milyon euro'yu Inter'in kaptanı Icardi kazanıyordu da Burak Yılmaz mı kazanmayacaktı! Çok ofsayta düşen oyun karakteri, takım oyununa adapte olamayan bencil karakterinin bir tezahürüydü, teknik adamların taktik yanlışı değil. Bazen akıl almaz goller kaçırsa da hakkını vermek lazım son 10 yılda hiçbir yerli santrfor onun seviyesine çıkamadı. Burak Yılmaz bir ise ikiyi boş bırakır üçe Cenk Tosun'u yazardım. Çok kazanan, hep bana diyen oyun karakteri Trabzonspor'da genç oyuncuların üzerinde baskı yarattı. O 'kral' Burak Yılmaz'dı, topu ona atmayan onun hışmına uğrardı. Hepsi kimlik bunalımı yaşadılar. Kadro dışı kalmasına sebep olan olayda kendi tribünlerine isyan edip, hocası Ünal Karaman'ın otoritesini de el kol hareketleriyle zedeledi. "Eyvah Burak kadro dışı, Trabzonspor bitti" diyenler büyük yanıldılar. Takım o ve bir başka şişkin ego Onur Kıvrak yokken yüksekten uçmaya başladı. Ve hikayenin sonunda Burak Yılmaz kürkçü dükkanına döndü. Çocukken tuttuğunuz takımın formasını giymek ne büyük hayaldir, Burak bunu gerçekleştirmiş ama hikayesi yarım kalmıştı. Şimdi hikayenin kalanını Beşiktaş'ta yazabilir. Ama gollerini atarken biraz da özeleştiri yapabilmeli. Her seferinde "Ben ne yaptım ki abi" repliği ve şaşkın ama masum surat ifadesiyle yürümez hayat.
Daniele De Rossi
İtalya'sız Dünya Kupası olur muydu? Her 12 yılda bir final oynayan bir kazanıp bir kaybeden İtalyanlar, 94'de Baggio'nun gökleri selamlayan penaltısıyla kaybetmiş, 12 yıl sonra Berlin'de Grosso'nun penaltısıyla gülmüştü. 2018 Rusya'da olmamak akıllarının ucundan bile geçmiyordu, tılsımlı seri devam edecekti, en azından final cepteydi, kupa da kısmet işte. Kasım 2017'de 60 yıl sonra Dünya Kupası'nın dışında kaldıkları maçta İsveç, Rusya biletini alırken ertesi gün herkes onu konuşuyordu; teknik direktörü Giampiero Ventura'ya isyan eden futbolcuyu... Ventura, takımı gruptan çıkartamamış, işi play-off'a bırakmıştı. 1-0'ın rövanşında İsveç karşısında onu yedek bırakıp sezonun flaş adamı Brezilya asıllı İtalyan pasaportlu Jorginho'yu sahaya sürmüştü. İkinci yarıda oyun 0-0 devam ederken "De Rossi ısın, oyuna gireceksin" dedi antrenör. Daniele De Rossi kulübede delirdi: "Beraberlik değil bize galibiyet lazım, ben değil Insigne girsin oyuna"...
Kariyeri boyunca kulübede oturmaktan nefret eden adam, İtalya, Dünya Kupası'nın dışında kalınca milli takımı bıraktığını açıkladı. 34 yaşına gelmişti ve Roma'dan başka bir takımın formasını giymemişti. Bir efsanenin, bir bayrak adamın, kaptanın gölgesinde geçen sadakat dolu yıllar. Birçok kulüp, kaptanlığa karakteri müsait futbolcu, takımı bırakmayacak büyük yıldızlar ararken Roma'nın bir omzunda Francesco Totti diğerinde Daniele De Rossi vardı. Roma'nın sahil kasabası Ostia'da doğan ve babası eski bir futbolcu olan çocuğun aklına futboldan başka ne düşer ki.. Ostiamare'de forvet olarak başladığı kariyerinde basamakları birer birer çıkarken, sahadaki pozisyonunun her seferinde rakip kaleden biraz daha uzaklaşması da kaderin değil değişen futbolun eseri. Fabio Capello ona ilk kez 18 yaşındayken forma verdiğinde De Rossi, forvet arkasında oynuyordu. Bir zaman sonra orta sahaya çekildi.
Futbolcunun yeteneği kadar karakteri de oyun profilini belirler. Totti, Roma'nın kralıydı, De Rossi ise baş gladyatör... 'Kemik Sesleri Kulübü'nün Gattuso ile daimi üyesi. Tekmeye kafa uzatan, asla pes etmeyen, sertliğe sertlikle karşılık veren, terinin son damlasına kadar savaşan futbolcular... Sahadaki bu duruşunda idol olarak gördüğü isim Roy Keane idi. İrlanda'nın sert ağabeyine saygı olarak da 16 numaralı formayı seçti. Totti gibi onu da Manchester United ve Real Madrid yıllar içinde defalarca transfer teklifleriyle Roma'dan koparmaya çalıştı.
İtalyanlar bugün 2006 Dünya Kupası'nı kazanan kadronun yarı kalitesine sahip bir milli takımları olduklarına inanıyorlar. Bir yerden başlamak lazım. Mancini yönetiminde Zaniolo, Chiesa, Barella, Bernardeschi ve Romangoli'li takım yakın gelecekte parlayabilir ama Lippi yönetimindeki De Rossi, Totti, Del Piero, Cannavaro, Maldini, Vieri'li jenerasyonu yakalayabilmek için hayal etmekten fazlasına ihtiyaçları var. De Rossi, Cengiz Ünder (21) ve Justin Kluviert (19) gibi gençlerin forma giydiği Roma'da Totti'den devraldığı kaptanlık pazubandıyla elbette ki bir kaptandan fazlası... Roma maçlarını izleyenler bu sezon yedek kulübesinden sahaya gürleyen De Rossi'nin bitmek bilmeyen hırsının yüzünde oluşturduğu muhteşem ifadeyle çok yüzleştiler ama madalyonun öteki yüzünde acı çeken ve sahada olmadığı için kendi kendini yiyen bir De Rossi var.
Roma'nın gladyatörü gelecek sezon da forma giyip kramponlarını asmayı düşündüğü bugünlerde dizindeki kronik sakatlık yüzünden idmanlarda bile zor koşuyor. Üzerinde 600 maçın yorgunluğu ve gururu var. Francesco Totti gibi o da futbolu bıraktığında kulüpte kalacak. Totti, takım elbiseyi seçti şimdilik, yönetici olarak devam ediyor. De Rossi ise formayı çıkarsa da Roma eşofmanını çıkarmamaya kararlı. Altyapıda antrenör olarak başlayacak. Bir başka De Rossi, Alberto De Rossi'nin yani babasının Roma altyapısından emekli olacağı gün... Baba-oğul, futbol, emek ve gelenek... Roma'da makarna, pizza ve dondurmadan da daha güzel şeyler var...
Oyun Oynarken Mesut musun?
Bir futbol takımının maçlar ve antrenmanlar dışında ortak zamanları kısıtlıdır; Beraber yenilen yemekler ve uçak yolculukları... Futbolcular kamp ve deplasmanlarda yemek sofralarında uzun süre kalmaz, yarım saatte yemeklerini yer odalarına çekilirler. Uçak yolculuklarında ise herkesin kulağında müzik, önünde film ya da oyun. Teknik adamlar, futbolcuların kaynaşması ve iletişimlerinin artması için tesislerde ortak alan, hobi salonu olmasını isterler. Bir bilardo masası, bir langırt, bir dart, büyük ekran TV ve rahat koltuklar. Deplasmanlarda bir futbolcunun odasında toplanıp sohbet eden yedi-sekiz futbolcu... Bütün bunlar geride kaldı.
2000'lerin başından itibaren tüy gibi hafif dizüstü bilgisayarlara, taşınabilir DVD Player'lara binlerce euro akıtan futbolcular kalabalıklar arasında yalnız kalmayı tercih ettiler. Kimse kimseyle artık konuşmaz olmuştu. Herkes internette chat yapıyor, oyun oynuyordu. Bir zaman sonra kamplara Playstation taşımaya başladılar. 10 yıl önce oyun bağımlılığı yüzünden tedavi gören futbolcular oldu İngiltere'de...
Sporcu vücudu hassastır, yoğun çalışma temposu, idmanlardan sonra gerilen kaslar. M. United'lı Rio Ferdinand uzun süre dizi izlerken kendi kendini sakatlamayı başarmıştı. Önündeki sehpaya ayaklarını uzatan Ferdinand, saatlerce yerinden kalkmayınca diz bağlarından sakatlanmıştı. Önce sohbet odaları, sonra diziler ve oyunlar derken sosyal medyanın yükselişi herkesi kalabalık dünyada kendi yalnızlığına itti. Devir artık Twitter ve Instagram devriydi. Kendi hesabını yöneten futbolcular son Babel örneğinde olduğu gibi sinirlerine hakim olamayıp kariyerlerine de zarar verdiler, kimileri sosyal medyayı gelir kapısı yaptı, kimi de imaj danışmalarının elinde önce oyuncak sonra heba oldu...
Barcelonalı Dembele'nin oyun bağımlılığı yüzünden uykusuz gecelerin sabahında idmanlara ve hatta maçlara geç kaldığını, kulübünün oyuncuyu kadro dışı bırakmak yerine empati kurup çözüm üretme çabasını bu köşede dile getirdikten sonra Hıncal Usta köşesinde hikayeyi bir başka boyuta taşımış ve müthiş gazetecilik içgüdüsüyle o yazının akşamında Atletico Madrid deplasmanında beraberliği getiren Dembele'nin hikayesini, hocasının ve kaptanının görüşlerini yazmıştı. Hıncal Ağabey, Dembele akıllanmadı! Geçen hafta da 11.00'de başlayan idmana 13.00'de geldi ama forma giymeye devam ediyor. Barça oyuncuyu kazanmak için her şeyi yapıyor ama sanırım Dembele'nin tek ihtiyacı tüm evi ayağa kaldıracak esaslı bir alarmlı saat.
Oyun bağımlılığından muzdarip bir diğer isim ise Arsenalli Mesut Özil. Nefis bir sezon başlangıcının ardından geçen ay sırt kaslarındaki spazm yüzünden ortalıktan kaybolan ve M. United, Tottenham gibi hayati maçları kaçıran Mesut'un oyun tutkusunu bilmeyen yok. Mesut kaç saat oyun oynamış, kim nereden bilecek demeyin çünkü Mesut'un bilgisayarda geçirdiği saatler online oynadığı Fortnite kayıtlarında mevcut. İngiliz medyası da bu istatistikleri ortaya çıkardı. Mesut Özil'in her oyunu 20 dakika süren Fortnite'da 5 bin 221 maç yaptığı ve bunun için 104 bin 420 dakikayı ekran başında harcadığı ortaya çıkınca bir bilene danıştılar. Bir sandalyede 1740 saati oyun oynayarak geçiren Mesut'un sırt ağrılarının sebebi Fortnite'a bağımlılığı olabilir miydi? Köln Üniversitesi'nden sporcu sakatlıklarını önleme ve rehabilitasyon konusununda uzman olan Profesör Ingo Frobose "Evet, Fortnite oynamak Mesut'un sırt ağrılarının sebebi olabilir. Sporcular uzun süre hareketsiz kaldıklarında ortaya çıkan olumsuz sonuçlar spor yapmayan bir insanınkine göre daha fazladır. Ağır idman temposu sporcu vücudunu çok daha hassas yapar ve vücut tepki verir" diyor.
21 yıl önce İngiliz kaleci David James, Tomb Raider oyununa olan düşkünlüğü yüzünden kariyerini bitirme noktasına gelmişti. 21 yıl sonra Dembele, Mesut ve diğerleri... Teknoloji en büyük dostumuz. Bazen de bir zaman sonra en büyük düşmanımız.
Özgeçmiş Sihirbazı Comolli
Son 15 yılda Fenerbahçe kadrosunda iki kırılma yaşandı. İkisinde de başkan Aziz Yıldırım'dı. Önce belki de tarihinin en iyi takımı olabilecek kadrodan Appiah, Tuncay ve Anelka gitti. İkinci kırılma yine Yıldırım döneminde Emre Belözoğlu'nun ayrılığıyla yaşandı. Avrupa'da şampiyonluğa oynayan bir takımın ezeli rakibine milli formayı banko giyen sağ ve sol bekini kaptırdığını duydunuz mu hiç? Hepimiz biliyoruz ki Gökhan Gönül, Caner Erkin ve Emre bugün Fenerbahçe'de banko forma giyerlerdi.
Aziz Yıldırım'ın "Ben artık karışmıyorum, yabancı sportif direktör getirdim" dediği günlerin öznesiydi Guiliano Terraneo. Emre'nin gönderilmesinde başroldeydi İtalyan 'sportif direktör'... 80'lerde İtalya'da kaleci olan Terraneo'yu kimse tanımıyordu. Fenerbahçe'ye gelmeden 11 yıl önce son olarak Inter'de çalışmıştı. Tamam, misafirperver bir milletiz, yabancının bir isteğini iki etmeyiz, çayımız demli, soframız açıktır da biz bu adamların kariyerlerini niye kendi kafamıza göre yazıyoruz ki? Fenerbahçe'ye geldiğinde Inter'in Mourinho ile 2010'da 3 kupayı aldığı kadroyu kurdu diye yazılan Terraneo, 2004 yılında Inter'den ayrılmıştı. Üstelik Emre-Okan'ın Inter'e transferini yapan Gabriele Oriali'nin de sağ kolu olmaktan öteye gidememişti. 10 yıl boyunca ne içti ne yedi bilinmiyor, Kadıköy'e adım attığında futbol sihirbazı dediler. Ya sonra?
Son olarak bu yaz West Bromwich Albion'un Çinli patronlarına transfer döneminde geçici olarak danışmanlık verdi. İngiliz kulübü tam zamanlı çalışmaktan vazgeçmiş çünkü önerdiği isimler teknik direktörü çileden çıkarmış... Ali Koç dönemi 20 yıl aradan sonra beyaz sayfaydı Fenerbahçe için. Terraneo olmamıştı ama bu kez Damien Comolli girmişti kapıdan. 46 yaşındaki Fransız sportif direktör, 'yetenek avcısı'nın CV'si parlaktı. Arsenal, Saint Etienne, Tottenham ve Liverpool'da çalışmış, yıldız isimleri keşfetmiş ve çalıştığı her takıma yetenekli futbolcular kazandırmıştı. Gerçekten böyle miydi? Bir kulüpte scout bölümünde çalışıyor olmak, sportif direktör olarak görev yapmak, transferlerin hepsinde sizin imzanız olduğunu kanıtlamaz. Futbolcu, bir menajer tarafından yönetime teklif edilmiş olabilir, teknik direktörün transfer listesi vardır, takımdaki bir futbolcu eski bir futbolcu arkadaşını ya da ülkesinden genç bir yeteneği önerebilir. Damien Comolli hakkında pozitif cümleler kuranların referanslarındaki sapma budur.
Gelin Arsenal'den 20 yıl sonra ayrılan Arsene Wenger'in 2010'da söylediklerini hatırlayalım: "Comolli, Arsenal'de sportif direktör falan değildi. Bizim şef scout'umuz Steve Rowley, onun altında çalıştı Comolli". Abartmayın demeye getiriyordu Fransız teknik adam çünkü vatandaşı Comolli, İngiliz futbolunda kendi CV'sini kurarken Arsenal'e yıldızları kazandıran adam olarak kendini tanıtıyordu. Cesc Fabregas, Theo Walcott, Bacary Sagna, Abou Diaby ve Philippe Senderos transferleriyle alakası yoktu ama varmış gibi bilinsin istiyordu. Arsenal'e kazandırdığı tek ismin bugün Başakşehir forması giyen Gael Clichy olduğunu yazan Independent Gazetesi, Damien Comolli'nin benzer bir CV pazarlama taktiğini Tottenham sonrasında Liverpool'a da yaptığını yazdı. Liverpool'da Daglish dönemindeki transfer fiyaskosunun faturası Comolli'ye kesildi. Evet, Luis Suarez iyiydi ama ya 40 milyonluk balon Andy Carroll?
Fransız medyası büyük bütçelerle oynamayı seven Damien Comolli'nin profesyonel kariyerinin başında görev yaptığı St-Etienne'e Premier Lig'de çalışmış etiketiyle döndüğünde yaptığı transferlerin fiyasko olduğunu ve Fransız kulübünün 25 milyon euro harcama altında ezildiğini yazdığı satırlar da gazete arşivlerinde... Ali Koç'u da etkileyen tartışmalı CV'si onu Fenerbahçe'nin sportif direktörü yaptı... Son beş ayda Fenerbahçe'de tartışılan transferleri ve takımın performansını, teknik direktör değişiminden elbette ki haberdarsınız. Bir soruyla bitireyim: Comolli'nin bize sunduğu "Onu da ben aldım, bunu da ben keşfettim, hep en iyisini yaptım" CV'si, hep mutlu fotoğrafların olduğu Instagram'ı hatırlatmıyor mu sizce de?
Aziz Yıldırım'ın "Ben artık karışmıyorum, yabancı sportif direktör getirdim" dediği günlerin öznesiydi Guiliano Terraneo. Emre'nin gönderilmesinde başroldeydi İtalyan 'sportif direktör'... 80'lerde İtalya'da kaleci olan Terraneo'yu kimse tanımıyordu. Fenerbahçe'ye gelmeden 11 yıl önce son olarak Inter'de çalışmıştı. Tamam, misafirperver bir milletiz, yabancının bir isteğini iki etmeyiz, çayımız demli, soframız açıktır da biz bu adamların kariyerlerini niye kendi kafamıza göre yazıyoruz ki? Fenerbahçe'ye geldiğinde Inter'in Mourinho ile 2010'da 3 kupayı aldığı kadroyu kurdu diye yazılan Terraneo, 2004 yılında Inter'den ayrılmıştı. Üstelik Emre-Okan'ın Inter'e transferini yapan Gabriele Oriali'nin de sağ kolu olmaktan öteye gidememişti. 10 yıl boyunca ne içti ne yedi bilinmiyor, Kadıköy'e adım attığında futbol sihirbazı dediler. Ya sonra?
Son olarak bu yaz West Bromwich Albion'un Çinli patronlarına transfer döneminde geçici olarak danışmanlık verdi. İngiliz kulübü tam zamanlı çalışmaktan vazgeçmiş çünkü önerdiği isimler teknik direktörü çileden çıkarmış... Ali Koç dönemi 20 yıl aradan sonra beyaz sayfaydı Fenerbahçe için. Terraneo olmamıştı ama bu kez Damien Comolli girmişti kapıdan. 46 yaşındaki Fransız sportif direktör, 'yetenek avcısı'nın CV'si parlaktı. Arsenal, Saint Etienne, Tottenham ve Liverpool'da çalışmış, yıldız isimleri keşfetmiş ve çalıştığı her takıma yetenekli futbolcular kazandırmıştı. Gerçekten böyle miydi? Bir kulüpte scout bölümünde çalışıyor olmak, sportif direktör olarak görev yapmak, transferlerin hepsinde sizin imzanız olduğunu kanıtlamaz. Futbolcu, bir menajer tarafından yönetime teklif edilmiş olabilir, teknik direktörün transfer listesi vardır, takımdaki bir futbolcu eski bir futbolcu arkadaşını ya da ülkesinden genç bir yeteneği önerebilir. Damien Comolli hakkında pozitif cümleler kuranların referanslarındaki sapma budur.
Gelin Arsenal'den 20 yıl sonra ayrılan Arsene Wenger'in 2010'da söylediklerini hatırlayalım: "Comolli, Arsenal'de sportif direktör falan değildi. Bizim şef scout'umuz Steve Rowley, onun altında çalıştı Comolli". Abartmayın demeye getiriyordu Fransız teknik adam çünkü vatandaşı Comolli, İngiliz futbolunda kendi CV'sini kurarken Arsenal'e yıldızları kazandıran adam olarak kendini tanıtıyordu. Cesc Fabregas, Theo Walcott, Bacary Sagna, Abou Diaby ve Philippe Senderos transferleriyle alakası yoktu ama varmış gibi bilinsin istiyordu. Arsenal'e kazandırdığı tek ismin bugün Başakşehir forması giyen Gael Clichy olduğunu yazan Independent Gazetesi, Damien Comolli'nin benzer bir CV pazarlama taktiğini Tottenham sonrasında Liverpool'a da yaptığını yazdı. Liverpool'da Daglish dönemindeki transfer fiyaskosunun faturası Comolli'ye kesildi. Evet, Luis Suarez iyiydi ama ya 40 milyonluk balon Andy Carroll?
Fransız medyası büyük bütçelerle oynamayı seven Damien Comolli'nin profesyonel kariyerinin başında görev yaptığı St-Etienne'e Premier Lig'de çalışmış etiketiyle döndüğünde yaptığı transferlerin fiyasko olduğunu ve Fransız kulübünün 25 milyon euro harcama altında ezildiğini yazdığı satırlar da gazete arşivlerinde... Ali Koç'u da etkileyen tartışmalı CV'si onu Fenerbahçe'nin sportif direktörü yaptı... Son beş ayda Fenerbahçe'de tartışılan transferleri ve takımın performansını, teknik direktör değişiminden elbette ki haberdarsınız. Bir soruyla bitireyim: Comolli'nin bize sunduğu "Onu da ben aldım, bunu da ben keşfettim, hep en iyisini yaptım" CV'si, hep mutlu fotoğrafların olduğu Instagram'ı hatırlatmıyor mu sizce de?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)