İki bin yıl önce Roma İmparatorluğu topraklarında Verona'lı şair Catullus şöyle demişti bir kadın için: "Odi et amo. quare id faciam, fortasse requiris? nescio, sed fieri sentio et excrucior." (Seviyorum ama nefret ediyorum. Olur da bunu neden yaptığımı sorarsan, bilmiyorum. Fakat bu ikisini de hissediyorum ve eriyorum...)
İki bin yıl sonra da var bu hayatta, hissetmişsinizdir, seversiniz ve nefret edersiniz ve de erirsiniz. Futbol sahasındakiler için ise başka türlüsü. Ya seversiniz bazı adamları ya da nefret edersiniz. Karakter aynı karakterdir, üzerindeki forma sizin tuttuğunuz takımın formasıysa defosunu, deliliğini, kasaplığını görmezden gelir, her türlü arkasında durur, gün gelir başka formaya gittiğinde birilerinin neden ondan nefret ettiğini anlarsınız ama geçtir... Var böyle adamlar, kendi takımı taraftarı dışında kimsenin tahammül edemediği, ölesiye nefret ettiği futbolcular...
Adam yetenekli, her zaman fit her zaman kuvvetli. Beş metreye pas atamayan orta sahaların yanında ayak içiyle 30 metreye buyur diyen cinsinden. Hırslı, gözüpek, her zaman mağlubiyete isyan eden, terinin son damlasına kadar mücadele edenlerden. Aynı adam, takım arkadaşını soyunma odasına kilitleyip öldüresiye dövdü, aynı adam meslektaşıyla girdiği sinir harbinden galip çıkınca dil çıkardı, aynı adam rakip tribünlere formasını çıkartıp gösterdi. Adamın adı Felipe Melo, 31 yaşında.
Adam büyük golcü. 24 yıldır şampiyon olamayan Liverpool'u sırtına aldı gidiyor. Ceza sahası içinde keskin nişancı, katil, saçının telinden ayak parmağının tırnaklarına kadar futbolcu. Hem atıyor, hem attırıyor. Ufak bir ülke Uruguay'dan çıkma büyük yetenek. Adam normal değil, sahada kendini kaybediyor, penaltı kazandırabilmek için ceza sahası içinde çuval gibi düştüğü oluyor, rakibi Evra'ya ırkçı tacizde bulunuyor, bir başkasını, Otman Bakkal'ı ısırıyor. Adamın adı Luis Suarez, 27 yaşında...
O büyük bir kaleci. İyi kaleciler hafif çatlak olur derler, Barthez gibi, Canizares gibi. Alman futbolunun Sepp Maier ve Oliver Kahn ile birlikte gelmiş geçmiş en iyilerinden. Yardımsever, iyi aile babası, soyunma odasında iyi bir ağabey, ceza sahası içinde bir panter. Aynı adam, gol atmaya gelen rakibini komaya sokacak kadar şuursuz. 82 Dünya Kupası'nda Battiston'u hastanelik edecek kadar acımasız. Adamın adı Harald "Toni" Schumaher, 60 yaşında...
Adam bir efsane. Yakası kalkık formasıyla İngiltere Ligi'nin tozunu attırmış bir büyük yetenek. Takım lideri, son vuruş ustası, nevi şahsına münhasır gol sevinçleriyle 'cool' kavramının sahaya düşmüş hali. Adam entelektüel, adam futbol ve sinema sevdalısı. Binlerce Manchester United'lı çocuğun evinde posteri olan bir Fransız. Adamın futbol kariyerinde en unutamadığı an kendi hareketi değil, takım arkadaşının ona attığı bir pas. Ama adam deli, kendisine küfür eden taraftara tribüne dalıp uçan tekme atacak ve kariyerini çöpe atacak kadar amatör, İstanbul'a gelip Manchester United ile Şampiyonlar Ligi'ne gidemediğinde rakiplerine ve güvenliklere saldıracak kadar çirkef. Adamın adı Eric Cantona, 48 yaşında.
Şimdi eski günlerini arayan İtalyan futbolunun son 20 yıldaki en yetenekli isimlerinden biri o. Tutkuyla bağlı olduğu kulübünün taraftarının gözbebeği, cezalı olduğu maçta tribünde amigoluk yapan, haksız kazandıkları penaltıyı dışarı atıp 'fair play' listelerine girecek kadar dürüst, takımı için her zaman savaşan usta bir forvet, futbol aklı... Ama adam ırkçı, bunu itiraf edecek kadar aymaz, kendisini oyundan atan hakemi dövmeye yeltenip çimlere seren bir çılgın. Rakip tribünlere Nazi selamı verecek kadar küstah ve kavgacı. Adamın adı Paolo di Canio, 46 yaşında.
Adam, İrlanda kanı taşıyan bir savaşçı. Orta sahada bir takımın yükünü çekebilecek kadar yetenekli, güçlü. Manchester United'da iki jenerasyonun ağabeyi, tezahürat yapmayan kendi taraftarına "Karidesli sandviç yiyor ve sahaya bakıyorlar" diyecek kadar dobra, endüstriyel futbola karşı olanların ikonu. Adam kindar, kendisini sakatlayan ve takımını şampiyonluktan eden Alf Inge Haaland'ı dört yıl aradan sonra ezeli rakibi Manchester City forması giydiği bir derbide sakatlayıp, futbol hayatının sonunu getirecek kadar acımasız. Adamın adı Roy Keane, 43 yaşında.
Adam, Ganalı bir ailenin oğlu ama iki yaşından itibaren İtalyan bir ailenin evlatlığı. 18 yaşına kadar da haymatlos. Sonra İtalyan pasaportunu cebine koyup, teninin rengine tahammülü olmayanların ülkesinde milli takımın gol ümidi olacak kadar yetenekli. Adam yardımsever, oturduğu evin çevresindeki çocuklara krampon dağıtan; zor günlerini unutmayan genç bir futbolcu. Ama adam çatlak, teknik direktörü Mancini ile yaka paça kavga eden, evini yakan, sevgilisinden doğan çocuğunu reddeden, gittiği her barda kavga çıkartan, başı beladan kurtulmayan ama her seferinde "Neden ben?" diyen bir ayrık otu. Adamın adı Mario Balotelli, 24 yaşında.
O sağlam fiziğiyle her taraftarın takımında görmek isteyeceği güçlü bir stoper. Teknik direktörü Mourinho takımdan ayrıldığında otoparkta ona sarılıp çocuk gibi ağlayan da kendisi. İtalya'nın son 20 yıldaki en iyi defans oyuncularından, kazanabileceği her şeyi kazandı ve kramponlarını astı. Aynı adam, Dünya Kupası finalinde rakibi Zidane'a ağza alınmayacak küfürü eden ve kariyerinin son maçında kırmızı kart görmesine sebep olup, lanetlenecek kadar kendini bilmez ve çirkef. Adamın adı Marco Materazzi; 41 yaşında.
Oyunun adı futbol. 142 yaşında... Bu adamlar her zaman var, yine var olacaklar. Bakmayın siz büyük aşklar, nefretle başlar diyenlere... Nefret ettiğinizi sevemezsiniz ama sevdiğinizden gün gelir nefret edebilirsiniz... İkisi de birden mi? Catullus'un iki bin yıl önce dediği gibi: Erirsiniz..
7 yorum:
Çok iyi bir yazı olmuş. Sadece ve sadece normalden farklı olağan dışı olduğu için dışlanıp kurtulma yöntemini savunan skor yazarı fanatiklerin okuması ve anlaması gereken bir not olarak düşülmüş doyurucu bir yazı.
Türkiye spor düşmanı spor basınına güzel bir eleştiri... anlayana tabii.
Galiba Cantona ile ilgili bölümde hafıza, ufak bi kontrapiyede kalmış.. Cantona'nın favori anı, kendisine arkadaşının attığı değil, kendisinin Irwin'e attığı pastı..
bence her ikiside değil başı derde sokmaya gerek yok
Bu yazıyı poster olarak duvarıma asasım var,her sabah görebilecğim bi yere
Eline sağlık abi. Yalnız küçük bir düzeltme: Cantona'nın en unutamadığı an takım arkadaşının O'na attığı pas değil, O'nun takım arkadaşına (Irwin) attığı pas.
Konudan bağımsız olarak; Suarez'in ısırdığı Ivanovic'di diye hatırlıyorum.
Yorum Gönder