28 Ağustos 2010

Yaz Bitti

Mourinho: "Süper Kupa finalini izlemedim. İnter nasıl oynadı bilmiyorum. Sokaktaki Atletico Madrid taraftarının sevincinden kimin kazandığını öğrendim."

Diego

Bir futbolcunun transfer tercihi, sakatlığı, teknik adamla yaşadığı problem çok seferinde bir diğerinin kariyerini belirliyor. Sadece yeteneğinle bir yerlere gelemiyorsun. Takım arkadaşın revirde acıdan avaz avaz bağırırken, sen gelecek hafta ilk onbirde olacağını biliyorsun. Bir diğeri kırmızıyı yediğinde benim sıram geldi, formayı kaptırmamam lazım diye düşünüyor, o hafta idmanlara asılıyorsun. Mesut’tan Diego giden bir yola girersek eğer; Lincoln, Galatasaray’a gelmeden önce Schalke 04’de rakibine çakıp haftalar boyunca ceza almasa muhtemelen Mesut kendini gösteremeyecekti. Werder Bremen, Diego’yu Juventus’a satarken de Mesut yerini sağlamlaştırdı takımda. Bir sezon tavan yapan performans, Dünya Kupası ve sözleşmesinin son senesine girmesi onun transfer borsasının tepesine taşıdı. Tabii burada merak edilen Werder Bremen’in oyuncuyla 2008 yılında neden 5 yıllık değil de 3 yıllık sözleşme imzaladığı. Real Madrid’de Kaka’nın 4 ay sürecek sakatlık haberi transferi gazladı. Mesut ile sezon sonunda sıfır bonservisle gel, iyi maaşı kap konusunda prensipte anlaşan Real Madrid, Mourinho’nun da baskısıyla transferi bir sene önceye çekti. Mesut’un Real Madrid’de kapıdan içeriye giren genç bir oyuncuya verilmeyecek 5 milyon Euro gibi yüksek bir rakamı alması diğer büyükler bastırırken transferi kolaylaştırdı. Almanya sınırlarından içeriye 15 milyon Euro girdi bu transfer sayesinde.Büyük oyuncuların vedasının arkasından yaşanan yoksunluk sendromunu Juventus da Nedved’in kramponları asmasıyla yaşadı. Birinin oyunu çekip, çevirmesi gerekiyordu. Kulübün mevcut ekonomik yapısında çok büyük para ödediler Diego’ya. Diego için Porto’ya 6 milyon Euro ödeyen Werder Bremen, 25 milyon bonservisi cebine koydu. Alman futbol pastası bir dilim daha genişledi 19 milyonla. Tutunamadı Diego. Bu kadar kolay vazgeçebileceklerini sanmıyordum. İkinci seneyi hakediyordu. Maç almasını bekledikleri adam Nedved olamamıştı! Del Piero’nun ağırlığı burada devreye girdi. Del Piero (Tuttosport), Totti (Corriere Dello Sport) gibi adamların özel medyası vardır İtalya’da. Manşetten birilerini yemeye başladıklarını net görürsün. Bir adama da "gidecek, gidiyor" yazmaya başlarlarsa o adam gider. Tok satıcıyı oynadıkları Wolfsburg karşısında önce satmıyoruz diyerek fiyatı yükseltmeye çalıştılar ama oyunun transfer tarafında yazılı olmayan bir kural bu.
Diego’nun performansı düşmüştü, Wolfsburg da en sonunda 15 milyon Euro’ya transferi bitirdi. Juventus bir yılda 10 milyon zarar yazdı kenara. Bütün bunlar aslında Moggi olsa olmazdı türünden hikayeler. Del Neri (edit), Diego’dan bu kadar çabuk vazgeçtiyse bir bildiği vardır elbette. Camoranesi yolun soluna gelmişken Udinese’den gelen Pepe sağ kanat için iyi transferdi. Üstüne Krasiç, Nedved nostaljisiyle girdi kapıdan içeriye. Krasic’i ya ters kanatta kullanacaklar ya da Sırp, ikinci forvet olacak. Diego’nun gelişiyle açığa çıkan Misimovic de bu sayede Galatasaray'ın kapısından girecek belki de...

Sergio Garcia vs. Raul Tamudo

İmza töreninde söylendiği üzere Sergio Garcia "Kendisine Espanyol'un teklif ettiği ücretin %50 daha fazlasını teklif eden Türk kulübüne" "Hayır" demesiyle bugün Mehmet Aurelio ile birlikte Beşiktaş'a gelen ikinci Real Betis'li oyuncu olacaktı. Bu %50'den anladığımız transferde Beşiktaş'ın çok da fazla ısrarcı olmadığı elbette. Barcelona alt yapısından yetişen Sergio Garcia, Rijkaard'ın ilk yıllarında transfer trafiğinde şans bulamayan ve takımdan ayrılan gençlerden biriydi. Bu transferde Espanyol'un tercihi ilginç. Bayrak adamları Raul Tamudo ile yollarını ayırdılar. Giden 32 yaşında, gelen ise 27. Güzel adam Raul Tamudo da Real Sociedad'a imza attı. Sezon sonunda Espanyol'un bu tercihi ne kadar doğru, göreceğiz...

27 Ağustos 2010

Hafta Sonu Futbol

27 Ağustos Cuma
20.00 Ankaragücü – Kayserispor (DIGI)
21.00 Gaziantepspor – Konyaspor (LİG TV)
21.30 Kaiserslautern – Bayern Münich (TRT 3)
21.45 Inter – Atletico Madrid –(KANAL D)
28 Ağustos Cumartesi
14.45 Blackburn – Arsenal (SPORMAX)
16.00 Orduspor – Giresunspor (TRT HABER)
16.30 Schalke – Hannover (TRT 3)
17.00 Chelsea – Stoke City (SPORMAX)
19.30 Manchester United – West Ham (SPORMAX)
20.00 İstanbul Belediye – Kasımpaşa (DIGI)
21.00 Gaziantep Belediye – Denizlispor (TRT 3)
21.00 Malaga – Valencia (NTVSPOR)
21.00 Sivasspor – Bursaspor (LİG TV)
22.00 Bucaspor – Gençlerbirliği (DIGI)
22.00 Caen – Brest (KANAL A)
29 Ağustos Pazar
16.30 Bayer Leverkusen – Mönchengladbach (TRT 3)
17.00 Liverpool – West Bromwich (SPORMAX)
18.30 Stuttgart – Borussia Dortmund (TRT 3)
20.00 Fenerbahçe – Manisaspor (LİG TV)
20.00 Kardemir Karabük – Beşiktaş (DIGI)
20.00 Racing – Barcelona (NTVSPOR)
21.00 Çaykur Rize – Karşıyaka (TRT 1)
22.00 Bordeaux – Marseille (KANAL A)
22.00 Eskişehirspor – Galatasaray (LİG TV)
22.00 Mallorca – Real Madrid (NTVSPOR)
30 Ağustos Pazartesi
21.00 Antalyaspor – Trabzonspor (LİG TV)

Credit:Footballove

26 Ağustos 2010

Şampiyonlar Ligi Gruplardan Kim Çıkar?

Şampiyonlar Ligi gruplardan ilk iki kimler çıkar? Buyrun; tahminleriniz...

6.5 Yıl Önce Rijkaard

Bugünlerde yaşadıklarının bir benzeri ama bugünden bağımsız. 6.5 yıl önce Barcelona ve Rijkaard. Sezonu Valencia'nın ardından ikinci kapattığı ilk sezonun sancılı başlayan ilk yarısı ve... Ocak 2004'te Rijkaard için bugünlerde benzeri atılan sırat köprüsü manşetleri. "İki maçı kazanamazsa gider" alt başlıkları, oyuncularla iletişimde sıkıntı var yorumları, ideal onbiri belirleyemedi, Ağustos'tan beri farklı kadrolar sahaya çıkardı" (Tablolarda görüldüğü üzere bol miktarda planı vardı ama A planını oturtmayı başarmıştı) eleştirileri. Ocak 2004'ün başında Racing deplasmanında Rüştü'nün takımı yaktığı ve 3-0 kaybettikleri maçın ardından Barselona medyasında ipi çekilmişti Rijkaard'ın. Sonra Davids'in katkısıyla toparladılar, sahasındaki Atletico Madrid galibiyetiyle de sol şeride geçtiler. O sezon yaşanan kaosta sabredemeyip ayrılanlar da oldu. Biri de bugün Beşiktaş forması giyiyor: Ricardo Quaresma...

Chamakh ve Haute Couture

Biri 20 yılı devirmiş bir diğeri 20 yıla doğru koşan iki teknik adam Alex Ferguson ve Arsene Wenger'in oyun felsefelerinde sürekliliği sağlayan kuşaklar değiştikçe benzeri adamlar bulmaları. Andy Cole&Yorke'dan Rooney'e, Schmeichel'dan, Van der Saar'a, Nistelrooy'dan Berbatov'a, Ronaldo'dan, Valencia&Nani'ye kadar. Takım elbisenin ölçüsü değişmiyor. Sen futbolcu olarak o takım elbisenin kalıbına sığmaya çalışıyorsun. Terzi Ferguson geçiyor, karşına bakıyor. Bazen üzerinden düşüyor pantolon, bazen ceketin kolları kısa kalıyor, çoğu zaman da üstüne oturuyor, hiç de öyle bir önceki kuşaktan emanetmiş gibi durmuyor. Arsene Wenger ve Arsenal için de geçerli bu. Fransızın oyuncu keşfederken kafasında belli kalıplar var. Haute couture çalışıyor Arsene Wenger. Ljunberg, Bergkamp, Henry'lerden Arshavin, Fabregas, Van Persie ve son olarak Marouane Chamakh'a... Nicklas Bendtner'in üzerinde düdük gibi kalıyor da o takım, Vieira'dan kalanlar Abou Diaby'nin üzerine cuk oturuyor.
Chamackh, Fransa Ligi'nden bir üst düzey lige gitmeyi en azından 3 yıl önce hak etmişti. Bordeaux yönetimi, Gourcuff operasyonunu başarılı yönetip, hem oyuncudan verim aldı hem de para kazandı. Bunu Fas asıllı oyuncunun geleceğini programlarken başaramadılar. Geçen sezon da Arsene Wenger kapıyı çaldığında satmaları gerekiyordu. Aynı Mesut gibi sözleşmesinin son senesine giren bir oyuncuya Arsenal sonuşta 10 milyondan fazla para vermezdi. Bir yıl geçti ve Chamackh elini kolunu sallaya sallaya Londra'nın yolunu tuttu. Kartvizitinde Avrupa'nın en iyi kafa vuran santrforlarından biridir yazıyor. Walcott ya da Van Persie gibi bir ayakla son vuruş ustası değil.
Bir başka postta uzun uzun yazmak istediğim Arsene Wenger'in kollektif yaratıcılık kriterlerine
uyan bir oyuncu. Pas vermesini ve top kendisini atıldığında pozisyon almasını bilen taktik zekası yüksek bir oyuncu. Blackpool maçında dünyaları kaçırdı. Bendtner de kaçırıyordu geçen sezon. Gün geldi en kritik golleri attı. Liverpool deplasmanında Reina'nın yumurtladığı golde payı olan Chamackh, ikinci maçında Van Persie kornerden topu kafasına kondurunca, köşeyi bulmakta zorlanmadı. Elbette ki bir Bergkamp değil, belki de hiç olamayacak ama bugünlerde ona Hollandalı'nın pantolonunu giydirmişler, geriye kalan paçaları yapmak...

Hayat

Marina Bay Sands-Singapur

Çocuk Oyuncağı Mı Bu?

Galatasaray, 18 yıl sonra Bursa'ya sahasında kaybediyor. 20 yıl sonra iki mağlubiyetle giriyor sezona. Rijkaard maçın ardından basın toplantısı yapıyor. Yine kısa süren, cümlelerin beş kelime olduğu bir basın toplantısı. 0-2'den sonra maçtan kopan oyuncularını eleştiriyor ve şöyle diyor ya da daha doğrusu Mustafa Yücedağ şöyle çeviriyor:

"Son 10 dakikada takımdaki lider vasfında olması gereken arkadaşımız olmadığı için, bu da futbolcularda bir yan etki yaptı."

Kimi işaret ettiği belli.. Arda Turan, Bursaspor maçında sorumluluk almıyor, oyuna konsantre değil. Teknik adamın tercihidir, medyanın önünde ya da soyunma odasında birebirde eleştirebilir. Maçın ardından iki gün boyunca gazete sayfalarında, programlarında Rijkaard&Arda ilişkisi tartışılıyor. Ortada kriz var deniyor. Sonra ne oluyor.?Galatasaray Lviv'e gidiyor. Dün basın toplantısında Mustafa Yücedağ aynen şöyle söylüyor:

Rijkaard'ın tercümanı Mustafa Yücedağ, Bursaspor maçı sonrasında ''Son 10 dakika sahada lider vasıflı oyuncum yoktu'' şeklinde yaptığı tercümede hata yaptığını vurguladı. Rijkaard'ın böyle demek istemediğini ve Arda'yı kastetmediğini anlatan Yücedağ, ''Benim kelime hatam var, kendisi 'o yükü taşımak, kaldırmak' anlamında bir ifade kullandı. Ben de bu iki kelimenin benzer olması nedeniyle 'lider vasıflı' şeklinde tercüme ettim. Orada bir yanlış tercümem var. Bununla ilgili de özür diledim'' diye konuştu.

Mert Çetin'i çok eleştirdik yetersiz diye. Evet hala yetersiz ama hiç olmazsa Rijkaard, İngilizce konuşuyordu. Mustafa Yücedağ eski futbolcu, Rijkaard ile Hollandaca iletişim kurması güzel ama Türkçe'sinin yetersizliği işte yukarıdaki gereksiz tartışmayı yaratıyor. Yücedağ'a uyarı geldi de mecburen bu açıklamayı yaptı diye de düşünen olur! Harbiden bu işler çocuk oyuncağı mı?

15 aydır teknik direktörünün kendisini adam gibi ifade etmesini sağlayacak bir tercüman bulamayan da Galatasaray...
80 gündür açık olan transfer borsasında 3 yabancıyı alamayan da...
Söyleyin hangisi kolay?

25 Ağustos 2010

Yarım Porsiyon Liverpool

Liverpool deplasmanına kadar Trabzonspor defansının performansı, Anfield Road'da rövanşa umutlu çıkacak bir skoru getirecek kadar iyiydi. O gün de o çizgiyi korudular başta kaleci Onur olmak üzere. İşin hücum tarafında biraz daha yaratıcı olabilseler, 1-0 gibi bir lanet bir skor çıkmaz, bugün daha umutlu konuşabilirdik. Liverpool kurada çıktığında elbette ki kurulan ilk cümle Gerrard ve Torres'li Liverpool. Bu oyunda yarın ne olacağı belli olmadığından kuranın hemen ardından yapılan yorumların da son kullanma tarihi geldi geçti. Trabzon'a yarım Liverpool geliyor. Gerrard yok, Torres yok, Maxi yok, Agger yok, Barça ile pazarlıkta olduğundan dolayı Mascherano yok. Hani insanın "O yok bu yok, kim var ulan!" diyesi geliyor. Trabzonspor, Fenerbahçe karşısındaki hücum performansını yarın akşama taşırsa , Manchester City maçındaki Liverpool defansını kolay geçer. Tek şart, Anfield Road'daki defans beşlisinin yine 3 yıldızlık oynaması gerekiyor.

Gourcuff ve Fransa'da Dengeler

Avrupa'nın en yaşlı onbirlerinden birine sahip Milan'ın Kaka'yı sattıktan sonra bile onu elinde tutamaması Galliani'nin defterine yazılmış bir günahtı. İtalyanlar akıl almazlar bir sözleşme imzalamışlardı Bordeaux ile. Kiralık gittiği takım satın alma opsiyonunu 15 milyona almıştı. Kullandılar da. O tarihlerde teknik direktör babası (Lorient) Christian Gourcuff " "20 yaşında bir çocuğun 35 yaşındaki adamların sohbetine ne kadar katılmasını bekleyebilirsiniz" demişti. Milan'ın meşhur beyefendiler masasının üyeleri Fransızı yan masaya bile kabul etmedi. Onun peşinden bir yıldır koştan O.Lyon Başkanı Aulas en sonunda muradına erdi. 22 milyon Euro'ya Yoann Gourcuff'u kadrosuna kattı. Chamakh'ın bedavaya Arsenal'e firar ettiği Bordeaux'nun kasasında O.Lyon kadar para olmadığı kesin ama 2 yıl önce şampiyon olmuş bir kulübün böyle bir çöküntü yaşaması ve yıldızlarının birer birer ayrılması normal değil. Juninho ile Fransa Ligi'nin dengesini değiştiren O.Lyon, Gourcuff transferiyle iki yıldır kaptırdığı şampiyonluğun yine en büyük adayı oldu. Bir Bordeaux'lunun dediği güzel: "Aulas akıllı adamdır. 22 milyon bonservisi vadeye yaymış. 2012'de kıyamet var. Paranın tamamını ödemeyeceğini biliyor" Jean Tigana diken üzerinde başlamıştı sezona. Paris Saint Germanin deplasmanında kazanmaları onu ayakta tuttu. Niang sonrası Remy ve Gignac'ı alan Marsilya da ligde büyüklerden puan kopartabilecek takımların belini kırdı. Bordeaux'nun transferin son haftasında elbette ki takviye yapma şansı var ama Alex-Niang, Arda-Baros'unu kaybetmiş, üstelik en büyük silahını kendi liginde bir takıma kaybetmiş takımın Tigana'ya bu kez futbolculuk zamanlarından çok daha fazla ihtiyacı var.

24 Ağustos 2010

Naklen Yayınlar

24 Ağustos Salı
21.45 Sevilla – Braga (FUTBOL SMART)
21.45 Sampdoria – Werder Bremen (EURO FUTBOL)
25 Ağustos Çarşamba
21.45 Tottenham – Young Boys (FUTBOL SMART)
26 Ağustos Perşembe
19.45 HJK Helsinki – Beşiktaş (FUTBOL SMART)
20.30 Trabzonspor – Liverpool (LOCA)
21.45 Fenerbahçe – PAOK (EURO FUTBOL)
21.45 Karpaty – Galatasaray (FUTBOL SMART)

23 Ağustos 2010

Barça, Real Madrid'i Sollar Mı?

İspanyol futbol tarihinde bu sezon bir devir kapanabilir. Ülkenin en çok kupa kazanan takımı Real Madrid. Tabloda görüldüğü üzere 72 kupası (Recopa: UEFA Kupa galipleri) var müzede. Barcelona'nın son yıllarda yaptığı atakla fark kapandı. Sevilla'yı rövanşta sahada sildikleri Süper Kupa rövanşının ardından müzelerindeki kupa sayısını 70'e yükselttiler. Bu sezon ortada 3 kupa var. İki takım da üçüne de aday. Mourinho'nun Real Madrid'de yapacakları bu yüzden önemli. Onun döneminde, Barça, Real Madrid'i sollayacak mı? Yoksa kapanan fark açılacak mı? Buyrun yorumlar sizden...

Emana Galatasaray'a?

Galatasaray dün tarihinin 9/11'ini yaşamışken, bugün hayat devam ediyor elbette. İspanyol basını özellikle de Real Betis'in şehri Sevilla'da yayın yapan Estadio Deportivo Gazetesi bu transfer için kesin ifadeler kullanıyor. Bu sezon da 2. ligde kalan Real Betis'in için Achille Emana için Galatasaray ile 5 milyon Euro'da anlaştığını yazıyorlar. Emana için Real Betis, Toulouse'a 6 milyon Euro ödemişti. Transferin bitmek üzere olduğunu oyuncunun menajeri Juan Pablo Varela da doğruladı.
************
Cristian Ledesma, Lazio ile 2015 yılına kadar sözleşmesini uzattı. Yıllık ücreti 1.6 milyon Euro.

Jose Mourinho Röportajı

Jose Mourinho'nun hafta sonunda El Pais Gazetesi'ne verdiği röportajı çeviren Ali Ateş'e çok teşekkür ediyorum. Emeğine saygı olarak hızlı bir edit yaptım sadece. RSS'den takip edenler için röportajın çevirisini farklı bir postta yayınlıyorum.
*****************************
“Futbolda her şeyi riske ederim. Özelimde hiçbir şeyi.” Jose Mourinho

Real Madridin yeni hocası, dünyanın en iyi takımı Barça ya karşı, önümüzdeki hafta başlayacak dünyanın en tutkulu liginde meydan okumasına başlıyor. Bu sıralar insanlar 47 yaşındaki Mourinhonun ağzından ne çıksa okuyorlar. İnsanlar ondan olay yaratacak , karşı tarafı çileden çıkaracak veya kendi metodları ve amaçları hakkında ukala demeçler vermesini bekliyor. Aslında böyle bir imaj çizse de, bu tarif ettikleri Jose Mourinho nun çok az bir kısmı bile değil: bu Real Madridin yeni hocasının kendisine uygun gördüğü görünüm. Bunu kendisi hazırladı ve tamamen gerçek fakat kendisi bununla sınırlı degil. Bu kıyafet futbolcularındansa kendine düşmesini istediği eleştiri oklarının önüne koyacağı bir şemsiye sanki.
Ama bunun yanında başka bir kıyafeti de var ve bu da gerçek. Bu röportajda da bazen gösterdiği gibi kendi anlatımındaki görüntüsünü sorgulayan notlar aldım: Mourinho sırf kızgınlığıyla öne çıkan bir adam degil. Aynı zamanda nazik, mesafesini koruyan, zaman dolduğunda sandalyesinden kalkıp gitmeyen (20 dakika, bu röportaj için söz verdiği süre aslında 45 dakikadan da fazla sürdü) bir adam. Karşımda duruyor, gülümsüyor ve kahkaha atıyor. Her zaman bıraktığı kirli sakalıyla dalga geçiyor. Bu sakal kendisine biraz daha yaş katıyor. Ve kendisini 1996 da Barça ya getiren hocası Bobby Robson un dediği gibi “ gördüğüm en sıra dışı gözler”e sahip. Tercüman. Sonraları kendisine bir hakaret gibi bağırılmıştı bu şekilde Nou Camp’ta. “Bu tercümanlara hakaretti.” İnsanların Mourinhonun kibirliliğine söylediklerinden daha çok ilgi gösterdikleri kesin. Kapıdan giriyor, elini uzatıyor, soru işaretlerini siliyor, tek kelime etmeden, kağıtların nasıl olduğunu önemsemeden, soru sorulmayı bekliyor. Fakat söylediklerinde kibirden iz yok. Yedek kulübesindeki adam, tamamen amaçına kilitlenmiş, bunu böyle belirtmese de, babasını mutlu etmek istiyor. Babası Jose Manuel Felix Mourinho, Vitoria de Setubal takımının kaleciliğini yapmıştı, onun için her şeyi yapar.Onun için şimdi de daha önce nasıl Chelsea ve Inter’de kazanmak istediği gibi Real Madrid’de de kazanmak istiyor. Büyük bir oyuncu olamadı ama en iyi ve en başarılı hoca olmak istiyor. Michael Robinson, Canal+ ın yorumcusu eski futbolcu, kendisiyle bir ay boyunca Yugoslavya da bulundu. Ve bu zamanı şöyle betimliyor: Onunla beraber olduğum zaman benim için çok faydalı oldu: ondan bana sıcak kanlı, şevkatli ve harika bir insan izlenimi kaldı. Bu özellikleri kendisinde evrimleşmiş ve kişiliğine yerleşmişti ve şimdi sadece büyük bir hoca değil aynı zamanda çok güçlü referansları olan bir insanoğlu. Görüntüsü ölçülü ama bir iletişim dehası , futbolcularla çok cömert, onlara kazananın onlar kaybetme zamanında ise kaybedenin kendisi olduğunu olduğunu bildiren biri, bu nedenle ona hayran kalıyorlar. Futbolcularına sevgi ve saygı iletiyor, tatlı sert biri. İletişim savaşları anlık. Özel bir şevkat gösteren bir hayatın kısa anlarında ortaya çıkıyorlar.

Onu arayıp teşekkür etmek lazım. Beni iyi tanıyor. Bu analiz çok zeki bir insanın tespiti veya beni çok iyi tanıyan birinin olsa gerek. Belki de hem gazeteci hem de eski bir topçu olması dolayısıyla oyunu anlayacak hassasiyet kendisinde mevcut.
Sana Asturyalı şair Angel Gonzalez yoluyla hitap etmeme izin ver: Onun deyişiyle: “Ben neden Angel Gonzalez’im, neden benim bünyem yere basıyor..” “ Sizin Jose Mourinho olmanız için ne yapmış olmanız gerekti, bugün tanıdığımız adam olarak?” Çocukluğunuz nasıl geçti, arkadaşlarınız, ebeveyinleriniz? Sizi futbola aşık eden yaşam nasıl gelişti?
Her şey çok doğal oldu. Bir futbolcunun ailesinde dünyaya geldim, bir antrenörün çocuğu olarak büyüdüm. Bu benim doğal yaşam alanım oldu. Çok yıllar sonra futbol hala hayatımın çözünemez bir maddesi olarak kalmaya devam ediyor, kızım doğduğunda, maçım oluyor, başka bir gün oğlum doğuyor, ertesi gün yine bir maçım olduğu oluyor.
Peki çocuklar doğarken iki maça da gittiniz mi?
Tabiî ki, Bu benim hayatım. Babam bir Portekizce öğretmeniyle evlendi. Bu karışım beni futbola bir yönden aşık etti ama aynı zamanda annemin varlığı beni bu tutkuyu kontrol etmeye yol gösterdi ve bu yolda kültürel ve akademik bir motivasyonda tutmamı sağladı. Gençliğimde, 17 yaşındayken, bir sevgilim oldu,15- 16 yaşlarında ki şu an kendisi eşim olur. Ben beden eğitimi okudum. Sonuç olarak benim düşünce yapımın oluşması bazılarına alakasız gelen bu iki kavramın birleşmesiyle oluştu. Üniversite ve futbol. Üniversiteye girdiğimde işleri iyi yapmak, eğitimi tamamlamak gibi o kadar çok zorunluluğum vardı ki; bu benim oluş tarzımı değiştirdi: ben artık o üst düzey futbol oynamak isteyen çocuk değildim.. Ben eskiden hayaller kuran bir futbol dehası değilim ve futbolcu olarak hiçbir zaman olmadım. Futbolculuğumda hiçbir zaman üst seviye olmayacaktı. İşte o zaman hayatı, liderlik yapabilecek, okuyabilecek ve olayların daha çok bilimsel yönlerini anlayabilecek birinin bakış açısından görebileceğimi idrak ettim.Ondan sonra yavaş yavaş fırsatlar gelmeye başladı. Robson’la çalışma şansını yakaladım, beni Barça ya dünyaca ünlü bir kulübe götürdü. Ondan sonra Luis Van Gaal ile çalışma şansına sahip oldum. Bobby’den çok farklı olarak, çok metodcu, çok organize biri. Büyük oyuncularla çalışma şansına eriştim. Ve asıl gerçek zaman geldi, Porteki’de teknik direktör olarak göreve başladım 2000 senesinde. Geride kalan 10 yl çok çabuk geçti. Çok uzun bir koşturmacadan geldim buraya.
Çok büyük bir özgüven, hiç kuşku yok. Elleri bile oynamıyor. Bir eli sol dizinin üstünde sabit ve diğerini indiriyor kaldırıyor sanki. Hayatının anlattığı sırada sanki Mourinho kibirinden uzaklaşıyor ve sanki ziyaretine gelmiş eski bir arkadaşına konuşuyormuş gibi davranıyordu.
***********
Bize gelen bilginin kalitesi bizim görüş kalitemizden daha önemlidir. Bunu benimle çalışan insanlara öğretmeye çalışıyorum. Okumalısınız ama aynı zamanda sizin okuduğunuzu başkalarının da tamamen anlamasını sağlamalısınız. Tecrübelerime göre birinci antrenör değilseniz gözlem yapma kapasitesi ve analiz yapma olanağına sahip olabilirsiniz. Ama en sorumlu kişi olduğunuzda, önemli olan okuyabilme, analiz yapabilme ve baskı altında karar verebilmeye devam edebilmenizdir. Bu şu an bilimsel olarak duygusal zeka olarak adlandırılıyor. Maçı tribünden veya kasetten defalarca izlemek başka bir şey; maçı sahada durduramayacağınız 90 dakikayı yaşayarak müthiş baskı altında “ Bir dakika durun düşünmem gerek. Geri sarın tekrar izlemem gerek” diyememek başka bir şey. Bu baskı altında bir konuşma yapma kabiliyeti antrenörler için çok önemli bir kuram. Maç ortamı tamamen değişiktir, her şeyden ötedir.
İlk gördüğünüz babanızın yönetimiydi. Ondan ne öğrendiniz?
Dürüstlük. Bir antrenörde belki de bir insanda olması gereken en önemli şey. Çünkü babam bunu bana çocukken öğretirken, kendisi benim futbol antrenörü olacağımın hayalini bile kurmuyordu. Bir insan olmak için ve bunu futbola geçirmek için, bir lider olmak için… Çünkü bir hoca bir liderdir, bence dürüstlük en mühim şeydir. Babam benim için bir örnek. Kararlarımda hatalarım olacaktır, analizlerimde de, ama oyuncularımla aramda en üst seviye dürüstlüğü sağlayacağım. Benim hiçbir eleştirim onlara başkalarının ağzından gitmeyecektir. Bunu bana tecrübe söylüyor. Her zaman için çalıştığım oyuncu grubuyla müthiş bir ilişkim oldu ve bu mükemmel ilişkinin “suçlusu” benim maksimal dürüstlüğümdür onlara karşı. Size özellikle açıklamak istediğim şeylerden bir tanesi de budur, ben seninle çok yakın, çok dürüst ve karşılıklı bir ilişki istiyorum. Aracı istemiyorum. Bir oyuncunun neden oynamadığını basın aracılığıyla sormasını istemiyorum, bunu elbette ki bana sorabilir. O oyuncunun neden oynamadığını basın aracılığıyla söylemeyi de sevmiyorum, bunu bizzat kendisine söylerim. Benim için bu direk, dürüst, gözlerimizin içine bakabileceğimiz bir ilişki. Negatif( tatsız) zamanlarımız olacaktır, ki bu çok normal, çünkü oyuncu çok özel bir ruh, bunu tüm şevkatimle ve eleştirmek için söylemiyorum, ve bu ruhun en önemli özelliklerinden biri oynamazsa mutsuz olmasıdır. Bu nedenle her zaman zor anlar karşımıza gelir ama bu zorluk eğer arada sıcak ve dürüst bir ilişki varsa azalır. Tüm kararlarını her gün oyuncularına açıklayan bir hoca değilim. Bunu yapmıyorum ama her zaman için bir ya da birden fazla nedenim oluyor bir karar alırken. Bunun açıklamasını istiyorlarsa, çok kolay bir yolu var, ofisimin kapısı her zaman açık.

10 yılı aşkın süredir sizin bir amacınız var: büyük takımların lideri olmak. Buralar çok egonun olduğu yerler. Bunu nasıl idare ediyorsunuz? Futbol adamlarında ego çok değişkenlik gösterdi mi?
Çok inanılmaz bir biçimde değişti. 40 yıl önceki babamın bununla ilgili konuşmasını hatırlıyorum, bir oyuncuyu kampta elinde bir kitapla görmek çok sıradışı bir olaydı. O zamanlarda iskambil oynanırdı. Dünya değişti ve şu an futbolcu çok daha fazla talimat alıyor.40 yıl önce iki parmaklık entellekütelliğiyle ve iki parmaklık kültürüyle futbolcuların üstündeydi. Futbolcular ne iş için, nasıl çalıştıklarının, ihtiyaçlarının bile farkına varacak düzeyde değildi... Futbol üzerine muhabbet ediyorlardı, hepsi bu. Bugün futbolcu toplumda tamamen değişik bir konumda. Eskiden çok fazla sosyal ortamlara giremiyorlardı. Şimdilerde herkes istiyor ki futbolcu değişik çevrelerde gözüksün. Futbolcu artık çok daha bilge, zeki ve mükemmeliyetçi. Bu yüzden artık hocalar da eskiye göre çok daha donanımlı olmalılar. Sadece futboldan anlayan bir hoca bitiktir. Bu ortamda barınamaz, hayatta kalamaz. Ve klasik antrenör, eski bir futbolcu veya futboldan çok anlayan biri eğer bahsettiğim konularda yeterince donanımlı değilse, hoca olduktan iki gün sonra başarılı olma ihtimali çok yoktur. Sadece iyi antrenman yatırmak, iyi oynamak degil ,karar vermek ve kazanmak. Çok dahası var: ego yönetimini üzerine almak, duyguları idare etmek gibi şeyler şu an bizim işimizi çok daha karmaşık, çok daha güzel ve aynı zamanda çok daha zor yapıyor.

Futbolcuların artık daha kült olmaları sizi daha çok özeleştiri yapar hale mi getirdi?
Her meslekte olduğu gibi her türlüsüyle karşılaşıyorsun. Bence bugün futbolcu dediğin çok gururlu bir kişilik, kelimenin tam olumlu anlamıyla. Ne zaman belirli bir seviyeye vardığında artık geleceğini yani demek istediğim ekonomik geleceğini bir yana bırakıyor. Bugünün futbolcusu yani oynamak ve iyi oynamak isteyen, ilk 11 oynamak isteyen, daha çok kontrat yapmak isteyen,kazanmak ve her zaman kazanmak isteyen bunu bizzat gururu için yapıyor yada hiç yapmıyor. Burada mühim olan bir eksik bir fazla euro değil, kişisel gurur. Ve kendim için de bunu söyleyebilirim. Neden çalışıyorum? Neden kazanmak istiyorum? Neden devam etmek istiyorum? Çalışıyorum çünkü hoşuma gidiyor, çünkü gururluyum, çünkü insanlar benden kazanmamı bekliyor. Ben de bunu kendimle iyi olmak için yapmaya devam etmek istiyorum. Bu seviye geldiğimizde, bu bir kişisel gurur meselesi oluyor. Ben tarih yazmak istiyorum, Ronaldo, Messi, Zanetti de istiyorlar…Büyük oyuncular Porto’nun Inter’in Chelsea’nin tarihini yazmak isterler.Biz yani futbolcular ve hocalar , bu seviye geldiğimizde, mesele doğal gururdur, doğuştan olan bir gurur. Bu neden de olmasaydı eğer, bir gün yataktan kalkar ve derdin ki: Yeter!. Hiçbir zaman “yeter” demeyeceğim.
Oynamak yeterli değil yani…Önemli olan kazanmak. Peki kaybedince?
Nedenini bilmek lazım. Neyi geliştirmek, iyileşmek lazım bunu bilmek gerek. Bizim hatamız mı yoksa karşı tarafın mı? Eğer bizim hatamızsa bu büyük sorun demektir. Eğer karşı tarafın yüzünden ise demek ki bizden iyilerdi, tamam, kabul ediyoruz, çünkü karşımızdakinden iyi olmayı istemek kendimizi geliştirmek için bir uyarıcı olacaktır. Kendi hatanızdan kaybettiğinizde, ne yapmanız gerektiğini çok iyi düşünmeniz lazım.
Günün futbolunu yönlendiren sistemleri nasıl görüyorsunuz? Kazanmak istediğiniz rakibe göre bir sistem mi empoze ediyorsunuz?
Kültürel bakış açısı çok önemli. Bir keresinde farkında olmadan bir laf ettim ve belki de futbol hakkında söylediğim en doğru laflardan biri oldu. Chelsea Barcelona ile oynuyordu ve yöneltilen sorular hep aynıydı: Kim daha iyi? Chelsea çok güçlüydü, İngiltere şampiyonu olmuştu, Barça İspanya şampiyonuydu ve Şampiyonlar Ligi yarı finali oynuyorduk. Şöyle dedim: İngiltere şampiyonu Chelsea, La Liga’da oynasa kupayı kazanamazdı. Barça da İspanya şampiyonu ama Premier Lig’de oynasaydı şampiyon olamazdı. Takımların yapılanmaları kültürle ve kazanmak için sahip olduğunuz özelliklere göre yapılmalı. 4-5 sene önceki oyunuyla Barça, Premier Lig’i kazanamazdı. Belki şimdi kazanabilir. Bu yüzden bir hocanın bir ülkeye gelip “ Bu benim sistemim ve oyun anlayışım” demesi mümkün değil. Eğer bir gün Pep Guardiola İngiltere’ye veya İtalya’ya giderse takımının Barça gibi oynayıp oynamayacağını görmek isterim. İnter de yapabildiklerimin aynısını Madrid’de bu oyun seviyesinde yapabilecek miyim acaba? İmkansız. Kültürel yaklaşım çok önemli.
Yani bir takımın ve hocanın kişiliği zamanla yerleşen bir olgu öyle mi?
Kesinlikle. Yaradılış çok mühim. Oyun prensipleriniz olabilir, bunları geri çekemeyebilirsiniz, ama takımın ve ligin bizzat kendinin yaradılışı, yapısı çok önemli. Eğer bu prensiplere karşı oynamaya çalışırsan, kendine karşı oynuyorsun demektir. Real Madrid’de benim muhafaza etmek istediğim şeyler var.
Mesela?
Mesela, çekici ve hücum futbolu oynama takıntısı…Herkes bana Real Madrid taraftarının kazanmak istediğini, ofansif ve güzel oyun görmek istediğini söylüyor. Ben de öyle. Ama 5 kişi ile geri gelen, 5 kişiyle hücuma çıkan bir Real Madrid istemiyorum. Takımın yarısının rakip sahada, kalanının kendi sahasında olduğu çok maçlarını gördüm.Top kaybedildiğinde arkadaki 5 kişi koşturmaya öndeki 5 kişi dinlenmeye başlıyordu. Bunu istemiyorum. Bırakamayacağım bazı prensiplerim var. Genel olarak söylersek: kazanmak, iyi oynamak, hücum oynamak. Tabiî ki bu hikayeyi değiştirmek istemiyorum.
Guardiola da bunu söylüyor kendi takımıyla ilgili olarak. Sizden Barça yıllarınızda bir şey öğrenmiş midir?
Hayır, Guardiola benden öğrenmedi. Guardiola tüm hayatı boyunca süre gelmiş bir kulüp kültürünün eğitimini almış biri. Bir sene Brescia da ve bir sene de Katar’da bulundu ki orada eminim daha çok golf oynamıştır, golfü çok seviyor ama hayatı Barcelona. Bana bir ara bunu sorduklarında hep demişimdir, Pep Barça için mükemmel bir hoca. Katalan, doğduğu yer La Masia, Cruyff un arkadaşı, ona ve kulübe sevgi gösteren çok taraftar var. Orayı her şeyiyle özümsüyor ve oraya ait. Bence Barça için mükemmel teknik direktör. Yeni başkan göreve geldiğinde kendisine 6 yıllık sözleşme önerdi, ben olsam 10 yıllık teklif ederdim.

Merak ediyorum, İnter’in Barça yı şampiyonlar liginden elediği maçın sonunda ne konuştunuz Guardiola ile… Robson ile siz beraber çalışırken, Pep ile aranız iyiydi…
Aramız iyiydi, hala iyi ve iyi olacak. Futbol konusunda bir problemimiz olursa, bu Mourinho ve
Pep arasında bir problem olmaz. Bu Real Madrid ve Barcelona hocaları arasında bir problem olur. Bu tamamen ayrı. Bana gösterdiği saygı kadar ben de ona saygı duyuyorum ve kişisel hiçbir sorunumuz yok. Şu an ona şans dileyemiyorum çünkü aynı amaç için oynuyoruz ama bunu dışında bir sorun yok.
Birkaç yıl önce geleceğinizi çizdiniz: Ingiltere’de bunu, Italya’da bunu, İspanya’da bunu kazanacağım…
Her yapılandırmada olduğu gibi esnek olmalısınız ve duruma adapte olmalısınız. Analiz etmeli ve günden güne her seviyede tespitlerde bulunmalısınız. Benim profesyonel yaşamımda bu yapılanmanın otomatik olarak gerçekleşmesi çok zor, kesin sapmalar olmuştur. Antrenörlüğe başladığımda 3 büyük amacım vardı. İkisini nerdeyse gerçekleştirdim. Biri 3 farklı takımla şampiyonlar ligi kupasını kazanmak.Ernst Happel, Ottmar Hitzfeld ve ben iki ayrı kulüpte toplam 2 kere bu kupayı kazandık. Happel rahmetli oldu. Hitzfeld emekli olmak üzere ve benim daha çok çalışacak yıllarım var önümde. Diğer hedefim dünyanın en önemli 3 ligini , İspanyol, İngiliz, İtalyan Ligleri’ni kazanan tek antrenör olmak. Fabio Capello İtalya ve İspanya liglerini kazandı. Carlo Ancelotti, İtalyan ve İngiliz liglerini kazandı. Ben de Premier Lig ve Serie A’yı kazandım. Capello bir kulüp takımına dönmezse söylediğine göre bunu başaramayacak. Sadece ben ve Carlo kaldık ve bilmem Carlo’nun hedefleri arasında var mıdır böyle birşey. Ben üçünü de kazanmak istiyorum.
Ve üçüncü hedef....
Üçüncüsü ülkeme kimsenin veremediğini vermek: dünya şampiyonu ve Avrupa şampiyonu ünvanı. Bu daha zor, çünkü milli takım çalıştırmak hoşuma gitmiyor. Bu benim hayalim. Bence küçük bir ülke olan, 10 milyonluk nüfusa sahip, ekonomik bir gücü olmayan, büyük altyapılardan yoksun Portekiz önemli şeyleri hak eden bir futbola sahip. 3 Altın Top ödülü kazandı bu ülke; Eusebio, Ronaldo ve Figo ile. Tarihe damga vurmuş bir Benfica’sı ve Şampiyonlar Ligi şampiyonu bir Porto’su olan Portekiz iki şeyi hak ediyor: büyük bir kupa kaldırmak ve İspanya’nın da yardımıyla bir dünya kupası ev sahipliği. Bu adaylığı kazanmalıyız.

Bütün konuşmamızda Portekizden bahsettiğiniz sıradaki gözlerinizin ışıltısını başka hiçbir anda göremedim…
Çok atipik bir Portekizliyim. çünkü Portekizli genelde Portekiz’i özler ama ben özlemiyorum. Belki de şahane bir ailem olduğu için ve yaptığım şeye aşık oluşumdan dolayı. Özlemiyorum çünkü çok tutkuluyum. Geri dönmek istemeyen bir Portekizliyim, Portekiz’de bir kulüp çalıştırmak istemiyorum, Portekiz’de yaşamak istemiyorum, ama ülkesi için önemli şeyler yapmak isteyen bir Portekizliyim.
Başta Robinson’un sizin hakkınızda dediklerini okudum. Sizin yakınınızda olanlar size sıcak kanlı ve insancıl diyor. Ama çok yerde sizin için zor, ulaşılmaz, rahatsızlık verici bir insan diyorlar. Hakkında böyle dendiğinde nasıl tepki veriyorsunuz?
Öncelikle hakkımda söylenenleri okumuyorum. Real Madrid’in basın sorumlusundan her gün basın özetini sms olarak istiyorum çünkü gazete okumuyorum televizyon seyretmiyorum, sadece izlemek istediğim maçlar için televizyonu kullanıyorum. Kişisel istikrarım için bir koruma bu. Eğer yakınım biri benim hakkımda kötü konuşuyorsa bu benim için bir sorun arz eder çünkü bende veya o kişide bir şeylerin kötü olduğunu gösterir. Beni tanımayan biri benim hakkımda kötü konuştuğunda ise benim için hiçbir problem teşkil etmiyor. Futbol bana o kadar iyi şey verdi ki birkaç kötü şeyi vermek hakkıdır.
Kötü olan nedir?
Kötü olan; özel hayatımı tamamen kaybettim. Herkes beni tanıyor , herkes benim hakkımda konuşuyor, sokağa rahat bir şekilde çıkamıyorum, çocuklarımı gezdiremiyorum, karımla ailemle rahatça seyahat edemiyorum. Ve kendim hakkında çok fazla yalan okumak zorunda kalıyorum.
Sizi en çok rahatsız eden şey ne oldu?
Yalanlar. Futbol dışında futbolda olduğumdan çok farklı bir insanım. Evet, futbolda her şeyi göze alırım ama liderlikte, iletişimde, basınla olan ilişkimi idare etmede risk alırım. Takımla çok riske girerim, bunu göreceksiniz…Ancak özel hayatımda tamamen tersiyim: sıfır risk, mütevazı, sıfır ekonomik yatırım. Paramla aldığım risk sıfır. Mütevazı bir kişiliğim, sosyal hayat hiç beni çekmiyor. Ve yalan en sevmediğim şey. Kenya tatilimde bir cadı tuttuğumu söylediler. Amma salladılar yani!
Aynı zamanda okumayı sevdiğinizi, müzikten hoşlandığınızı söylüyorlar…
Bakın, insanlar Mourinho’yu 90 dakika boyunca görüyorlar, sahada, maç öncesi ve sonrası, basın toplantılarında. O Mourinho maçı oynuyor. Maç dışındakli Mourinho’yu algılamak zor. Maçta 90 dakika ayaktayım, futbolcularımla, rakiple, hakemle konuşuyorum. Maçımı oynuyorum, tiyatro oynamaya çıkmıyorum, çalışıyorum. Basın toplantıları da iş alanına giriyor. İnsanlar beni çalışırken tanıyorlar. Sizinle yaptığım bu röportajın bir yenisi olur mu bilemiyorum, sezon öncesi çok az röportaj veriyorum, televizyona asla çıkmıyorum, benim evimi açmam mümkün degil, taraftarlarla sokakta görünmem çok ender…Kulübümün bir derneğini ziyaret etmek isterdim ama dediklerine göre o kadar çok var ki hepsine gitmem gerekeceğinden hiçbirine gitmiyorum…
Yani Mourinho’yu kimse tanımıyor. Onu gerçekten tanıyanlar, ailesi, arkadaşları…
Hangi kitapları okuyorsunuz?

Gabriel Garcia Marquez hoşuma gidiyor ama okuyacak zamanım da yok. Çok çalışıyorum ve eve geldiğimde benimkilerle olmak istiyorum. Kendime bir alan isteyecek kadar bencil olamam. Onların hoşuna giden şeyleri yapmam lazım: karım film izlemeyi seviyor, sinemaya gidip çocuklarımın istediği bir filmi izlemek…Geçen gün Madrid deydim, yorgunluktan ölmek üzere ama çocuklarım eğlence parkına gitmek istiyordu. E madem öyle, istikamet eğlence parkı!
Sizi ne güldürür?
Evde çok gülüyorum, çalışma ortamımda da. Kazanmak da beni çok güldürür.
Başka bir şairle kapanışı yapalım, Rudyard Kipling, şiirinde derki: ‘If’ iki düzenbaza karşı: zafer ve yenilgi. Siz de aynı şekilde mi düşünüyorsunuz, iki tarafı keskin bıçaklar mı bunlar?
Bazen düşünmüşümdür, yenilgiden sonra ki neyseki sayıları az baya, üzülmeme gerek yok çünkü diğer soyunma odasında çok mutlu insanlar var. Ama böyle düşünmem için çok kaybetmem gerek .

22 Ağustos 2010

Jose Mourinho @ El Pais

Seveni de çok, nefret edeni de. Oyunu seven onu takip etmek zorunda, söylediklerini de. Jose Mourinho'nun bugün El Pais gazetesinin hafta sonu ekinde bir röportajı yayınlanmış. Linki paylaşmakla yetiniyorum Google aracılığıyla çevirmek isteyenler için. Ben İspanyolca biliyorum, çevirir sana yollarım sen de yayınlarsın, herkes okur" diyenin de başımızın üstünde yeri var. Röportaj bu adreste.