Twitter ve
Instagram çok uzun zamandır her meslekten insanın linçe uğradığı sosyal
platformlar. Bir mahlasın ardında yaşı kaç olursa olsun hayatın karanlık
tarafına geçmişlerin, insanların emeklerini paramparça ettikleri, itibarlarıyla
oynadıkları sosyal değil “asosyal medya”lar haline geldi. Galatasaray’ın PSV
Eindhoven ile oynayacağı ilk maç öncesinde Instagram’daki fotoğrafının altına
“Parçalarsın aslanım”, “Sana güveniyoruz” yazılan 22 yaşındaki Kerem
Aktürkoğlu’nun maçı 5-1 Hollanda ekibi kazandıktan sonra açtığı telefonda
yüzlerce küfür ve hakaretle karşılaşması “yeni normal” olarak kabul ediliyor
ki, hayat devam ediyor!..
Yirmi yıl
önce kamplara ve deplasmanlara pahalı dizüstü bilgisayarlarıyla gelen
futbolcuların o günlere kadar bireysel eğlencesi portatif dvd-player’lardan
film izlemekti. Kamp ya da kulüp tesislerindeki ortak sosyal alanlardaki
bilardo masaları boş kalmış, langırtın yüzüne bakan yokken, sosyalleşme adına
kağıt oynayan futbolcular yerlerini yemekten sonra hemen odalarına kaçıp
dizüstü bilgisayarlarında chat yapan gençlere bırakmıştı. Daha ortalıkta akıllı
cep telefonları yoktu. Dönemin teknik direktörleri, idmanlar dışında
futbolcuların ortak zaman geçirmenin takım olma olgusuna verdiği katkıyı
hatırlatıyor ve artık üç oyuncunun bile bir araya gelmediğinden şikayet
ediyordu. Akıllı telefonlarla birlikte artık odalarına kapanmalarına ya da bir
priz yakınına mahkum olmalarına gerek kalmadı. 2010 yılına geldiğimizde sosyal
medyanın emekleme günlerinde Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda Hollanda ve
İspanya milli takımı kampında Twitter kullanmak yasaklanmıştı. Geleceği önceden
görmüşler işte… Yüz milyonlarca takipçiye ulaşan Messi ve Ronaldo’nun
önderliğinde futbolcular için sosyal medya artık yeni bir gelir kapısıydı. Her
fotoğraf, her paylaşım yeni bir sponsor demekti. Profesyonel sosyal medya
ekipleri devreye girdi ve hesapları yönetmeye başladılar. Etkileşim adına
yorumlar açık bırakıldı ama oyunculara hakaret ve küfürlere cevap vermemeleri,
taraftarlarla polemiğe girmemeleri salık verildi. Kimi uydu kimi uymadı,
elbette hepsi de profesyonellerle çalışmadı. Soyunma odasından özel görüntü
paylaşıp takımın mahremiyetini yok edenler, taraftarla söz dalaşına girenler,
transferi için lobi faaliyeti yapanlar, formda olmadığı günlerde forma arma
öpüp tribünlere oynayanlar…
Takımı
beğenmediğinde yuhalayan, kazandığında alkışa boğan taraftar sayısı artık
stadyum kapasitesiyle sınırlı değildi. Milyonlar artık seslerini Twitter’da
duyuruyor, platformun doğası gereği öfkeyi burada kusuyor, mesut anlar merkezi
Instagram’da ise cefakar, iki renk sevdalısı taraftarı oynuyorlardı. Transfer
yap baskısı, “x oyuncuyu gönderin” stresi yüzünden kulüp yönetimlerinin artık
kimyası değişmişti. Sosyal medyada kendilerine tezahürat yapacak, kollayacak
koruyacak bir sosyal medya önderini bulup onun profesyonel yapıyla bir araya
getirdiği binlerce taraftarla ya savunmada kalıyor ya da rakiplerine atağa
geçiyorlardı…. Rakip takımın futbolcusunun moralini bozmak ya da takımdan
ayrılmasına sağlamak için o takımın logosunu renklerini kendi hesaplarında
geçici olarak kullanıp iç savaş çıkartmaya çalışanlar, futbolcu eş ve
kardeşlerine edilen hakaretler…
Futbolcular
sosyal medya hesaplarına yoruma kapatarak bu vandalizmden kurtalabilirler mi?
Çözümün bir parçası ancak tamamı değil.. Sosyal medyada küfür ve hakareti
bitirecek olanlar yine sosyal medyayı kullanan ama aklını ve vicdanını
yitirmemiş insanlar. İspanya’da da, İngiltere’de de, Türkiye’de… Bu ahlaksız
tepkileri yok edecek daha büyük bir tepkinin çok uzağında değiliz çünkü artık
bardak da taştı, yol da bitti…
Artık kimse
90 dakika bir futbol maçını elindeki telefona bakmadan izlemiyor. Tribüne gidip
maçı izlemek yerine maçı elindeki telefonla videoya çekenler anı yaşamadan anı
biriktiriyor… 1994 yılında Simon Kuper “Football Against the Enemy” adlı
kitabını yayınladığında futbol tarihe dünyanın dört bir köşesinde siyasetin
etkisini araştırmış ve gerçek adı “Futbol düşmanına karşı” olan eser her
futbolseverin başucu kitaplarından biri olmuştu. Kuper’in kitabı Türkçeye
çevrildiğinde editörlüğünü yapan usta gazeteci Yiğiter Uluğ kapakta Futbol Asla
Sadece Futbol Değildir” demeyi tercih etmiş ve belki de kitabı tek cümlede
özetlemişti. 27 yıl sonra kitabın orijinal ismi, futbolun düşmanının kim
olduğunu bize bir kez daha sordurtuyor. Kuper olmasa da bir başka yazar ya da bir
akademisyen bize kitabı veya tezinde sosyal medyanın futbola verdiği zararları
anlatacak. Biz de okurken yaşadıklarımızın sağlamasını yapacağız…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder