28 Şubat 2020

İki Aile Bir Asist ve Bir Gol

Şampiyonlar Ligi geri dönmüş, hepimiz iki maç akşamında aynı şeyi düşünmüş olabiliriz: "Atletico Madrid- Liverpool maçında İspanyolların hocası Simeone oyunu kilitleyecek, diğer kanalda B.Dortmund-Paris Saint Germain maçında hiç olmazsa bol gol izleriz." İlk yarı bittiğinde sahayı birbirlerine dar etmişti Alman ve Fransızlar.
İkinci yarıda ise her şey sekiz dakikada oldu. Almanlar genç Norveçli ile öne geçtiler. Neymar, sıkışan oyunu açan harika bir verkaç sonrasında neredeyse 'touchdown' yapıp Amerikan futboluna selam yolladı ve sonra bir ABD'li genç çocuğun pasını alan Norveçli, B.Dortmund'u öne geçirdi. Farklı iki ülkeden futbolcunun eseri bir golden hikaye çıkmaz elbette ama bu iki genç, İngiltere'de aralarında 120 km olan Leeds ve Sunderland'de doğmuş iki futbolcunun oğullarıydılar. Babaları hiç aynı takımda oynamadı ama aynı yollarda yürüdüler. Pası veren çocuğun hikayesiyle başlayalım...

Arjantin'de Independiente altyapısında futbola başlayan ve pek de parlak bir kariyeri olmayan Miguel, ABD'ye göç ettiğinde duvarlarda 1968 takvimi asılıydı. Dört yıl sonra dünyaya gelen oğlu Claudio'nun elbette ki futbolcu olmasını istedi, çocuk yetenekliydi. 1994  öncesinde genç yetenek manşetlerdeydi ama sakatlığı yüzünden finallerde forma giyemedi. Almanlar onu  ettiğinde 21 yaşındaydı.
Claudio Reyna, ilk kulübü 'de tutunamadı ama kiralık gittiği Wolfsburg'da kendini buldu. Fransa 98 ile birlikte artık  dünyasının yakından tanıdığı bir futbolcuydu. Bir sonraki durağı İskoçya'ydı. 'dan 'nu alan G.Rangers, sezon sonunu beklemeden nisan ayında Reyna'ya imza attırdı. O yıl Claudio yıllar sonra dinmeyecek bir acıyla hayatına devam edecekti.
Beyin kanserine yakalanan büyük oğlu Jack, 13 yaşında hayatını kaybetti.
Sunderland'e geldiği sezonun ilk yarısında diz bağları koptu, ikinci oğlu Giovanni o sakatlıktan bir ay sonra dünyaya gelmiş, Claudio oğluna G.Rangers günlerinden çok sevdiği arkadaşı Hollandalı Giovanni Von Bronckhorst'un adını vermişti. İki yıl sonra kapısını çalan ise  idi. Defanslarında bir oyuncunun futbol kariyeri bitmiş ve savunmalarına onun gibi sert ve karakterli bir oyuncu arıyorlardı... O oyuncu, geride kalan haftada Claudio'nun oğlunun asistiyle golü atan Erling Haaland'ın babası Alf Inge Haaland'dı.
***
Alf Inge Haaland, Leeds United'a geldiği ilk sezonda celladını tanımıyordu.
Eylül 1997'de Leeds United'ın ev sahibi olduğu maçta Manchester United'ın kaptanı Haaland'a çelme takmış ve kendini yere bırakmıştı, acılar içinde kıvranıyordu.
Haaland, rakibinin kırmızı karttan yırtmak için numara yaptığını düşünüp Keane'e laf atarken, İrlandalı kopan diz bağının acısıyla kenara geldi. O sezon Keane'nin yokluğunda Manchester United, şampiyonluğu Wenger yönetimindeki Arsenal'e kaptırdı. Bundan iki yıl sonra "2000'lerin takımı" olarak anılan Leeds United, İstanbul'da  Kupası yarı finali ilk maçında Galatasaray'ın rakibiydi. Haaland, G.Saray finale yükselirken iki maçta da yedek kulübesindeydi.
2000 yazında Alf Inge Haaland'ın oğlu Erling dünyaya geldi ve Norveçli oyuncu Manchester City'nin transfer teklifini kabul etti. İrlandalı celladı, o günü bekliyordu. Manchester derbisinde intikam soğuk yenen bir yemektir diyen Roy Keane çıktı sahneye ve futbol tarihinin en acımasız tekmelerinden birini Haaland'ın dizine attı. Haaland'ın futbol kariyeri 29 yaşında bitti...
Claudio Reyna bugün 46 yaşında.
Ülkesinde Austin kulübünde sportif direktörlük yapıyor. Kaybettiği oğlunun ardından üç çocuk sahibi oldu. Giovanni'yi Almanya'da B.Dortmund altyapısına emanet etti. Alf Inge Haaland ise 47'sinde.
Oğlu Erling, sakatlığı sonrası döndüğü ülkesinde yetişti ve babasının kulübü Leeds'i geri çevirip Avusturya ekibi RB Salzburg'a gitti. B. Dortmund onu geçen ay kadrosuna kattı. Sunderland doğumlu 17 yaşındaki Giovanni Reyna pası verdi, Leeds doğumlu 19 yaşındaki Erling Haaland vurdu... Gol oldu...

Referansım Jose Mourinho

 Bugüne kadar Portekiz futbolu dediğimizde, üç büyük kulüp Porto, Sporting ve 'nın sportif başarıları kadar transferdeki güzel esnaflıklarını da konuştuk. 10 milyon nüfusa sahip ülkenin kendi içinden yetiştirdikleri kadar  kıtasından gelen gençleri parlatıp vitirine koyma becerisi üzerine çok yazıldı çizildi. Bir euro'luk sardalyayı, sanat eseri gibi ambalajlara sahip konserveler içinde 10 euro'ya satma becerisine sahip Avrupa'nın en batısındaki bu ufak ülke futbolun bir başka ezberini de bozuyor son dönemde.  deyince ilk akla gelen, bizim futbolumuzun gelişimine de Derwall ile büyük katkı veren Almanya. Liverpool'da Klopp, 'de Tuchel ülkelerinde başarılı olup Avrupa'yı ülkeleri dışında sallayan teknik adamlar. Altyapı dediğimizde Hollanda ve İspanya'nın parmağı "Burada" deyip kalkıyorsa bunda elbette Cruyff'un payı büyük. Hollandalı  efsanesinin Barcelona'nın altyapısı La Masia'da gerçekleştirdiği futbol devriminin bir benzerini kulübede bugün belki eski günlerini arayan, artık çok daha huysuz olan ve saçıyla başıyla uğraşan Portekizli bir teknik adam gerçekleştirdi. 'nun Porto ile UEFA Kupası ve Şampiyonlar Ligi kazandıktan sonra futbolun doğduğu topraklara "Ben özel biriyim" diyerek üst perdeden giriş yapmasının üzerinden neredeyse 20 yıl geçti. Mourinho, Chelsea, Inter,  ile çok şey kazandı, kulüplerin müzelerine çok kupa hediye etti ama bu dönemde herkes onun Portekiz futboluna bir gün yapacağı katkının geciktiğinden bahsetti. Mourinho, Porto'ya dönebilir, Portekiz 'nı çalıştırabilirdi, bir gün döneceği kesin ama gurbetteki başarısının açtığı kapıdan giren ülkesinin teknik adamlarının sayısını görünce, bu adamın emeği ödenmez diyor insan. Peki nasıl? Önümüze bakalım.

Bu hafta Avrupa Ligi'nde son 32 turunun ilk maçları oynanacak ve bizim Başakşehir dışında temsilcimizin olmadığı kupada dört Portekiz takımı kupanın hayalini kurmaya devam ediyor. Porto, SportingBenfica ve Braga, Avrupa Ligi'nde ne yaparlar sorusunun bizi ilgilendiren tarafı Sporting'in Başakşehir'in rakibi olması, bunun cevabını da spor sayfalarına bırakıp bu pazar sabahı bir başka sorunun peşine düşelim diyorum. Son 32'de kaç Portekizli teknik adam var? Dört Portekiz takımının da yerli teknik adamla çalıştığını düşünüp cevabın dört olduğunu söylemek kolay elbette ama Avrupa Ligi'nde yola devam eden 32 takımın sekizinde Portekizli teknik adamlar çalışıyorsa işte burada Mourinho'ya şapka çıkartmak lazım. Onun yarattığı büyüden ve referansından faydalanan Portekizli hocalar bugün bir zamanlar İtalyan teknik adamların yaptığı gibi Avrupa futbolunda ipleri ellerinde tutuyorlar. Elbette onların yabancı kulüplerde çalışıyor olması Portekiz'in futbolcu ihracatına tavan yaptırıyor. Porto'da Sergio ConceiçaoBenfica'da Bruno LageSporting'de Jorge Silas ve Braga'da önce Ricardo Sa Pinto ve şimdi de Ruben Amorim görev yapıyor. Ülke dışında  peşinde koşanlar ise Roma'da Paulo FonsecaWolverhampton'da Nunu Espirito SantoOlympiakos'da Pedro Martins ve Shakhtar Donetsk'de Luis Castro...


Türk futbolunda yabancı futbolcu sayısını her gün tartışıyoruz ama ıskaladığımız Avrupa'daki Türk teknik adam sayısıdır... Jose Mourinho'nun bugün bu sekiz adamın yolunu açtığına sanırım kimse itiraz etmez, o zaman bir gerçeğin altını çizmemiz lazım. 'in önce Fiorentina ardından Milan ile açtığı kapıdan kaç Türk teknik adam girebildi Avrupa'nın beş büyük ligine? Kaç teknik adam doğru menajerlerle çalışıp başarılı oldukları dönemlerden ufak büyük fark etmez bir Avrupa takımının liderliğine soyundu? Kaç Türk teknik direktör yabancı dil biliyor ve kaçının hedefi bir gün Avrupa'da bir takım çalıştırmak?  ve  denemediler ama inanıyorum bugün Avrupa'daki tek Türk takımının hocası , Türkiye Kupası'nda Alanya'yı yarı finale taşıyan ligde de zirveye oynayan Erol Bulut ve Göztepe'de çıkışına devam eden İlhan Palut deneyecekler... İşte o gün futbolumuzda büyük değişim başlayacak...

Maldini Hanedanı


Geçen hafta San Siro'da Milan taraftarına saç baş yoldurup Verona ile 1-1 berabere kaldığında, son düdüğün ardından konuşulan oyunun analizi değil, 90. dakikada oyuna alınan genç bir futbolcuydu. Zlatan İbrahimovic devre arasında Milano'ya dönmüş, çok değil bir yıl önce büyük umutlarla alınan ve geleceği çok parlak kabul edilen Polonyalı santrfor Piatek, Almanya'ya ve takımı orta sahada sırtlayan Suso, ülkesi İspanya'ya gönderilmişti. Zlatan ne derse o mu oluyordu? Büyük ihtimalle, çünkü Milan'da 40 yıldır bir aile, takımın sahibi olmasa bile hanedanlığını sürdürüyordu. AC Milan, açılımıyla Milan  Birliği, AC Maldini miydi? Zlatan istemiş, Paolo Maldini iki futbolcunun da kulüple ilişkisini kesmiş miydi ve 90. dakikada oyuna giren genç oyuncu kimdi? Filmi yine geri saralım...


Tarih 21 Ekim 2001... Fatih Terim yönetimindeki Milan, derbiye çıkıyor. Takım, sezona iyi başlamış, derbi öncesi teklemiş durumda. Fiorentina, Udinese deplasmanı ve Lazio maçlarından 9 puan. Ardından Perugia deplasmanında 3-1 kaybedilen maç. İplerin gerildiği San Siro'daki 1-1 berabere biten Venezia maçı... Milan derbide Inter'i süpürüyor, 4-2 kazanıyor. Galibiyeti tribünle kutlamak için Fatih Terim, 'e çağırıyorlar, "İmparator" diye yıkılıyor ortalık. O günlerin Milan TV yayın direktörü Suma ertesi gün Milanello'da rastladığı 'ye "Gördün mü Terim'i? Curva'yı nasıl peşine taktı. Taraftar çok seviyor onu. Ne güzel değil mi?" diyor. Baba Maldini'nin suratının asıldığı verdiği cevaptan belli: "Milan'da böyle işler olmaz. Bize ters" diyor ve tribünlerin Terim'e olan sevgisinden dolayı rahatsız olduğunu ifade ediyor. Mauro Suma, "Ben Cesare ile konuştuktan 15 gün sonra Fatih Terim ile Milan'ın yolları ayrıldı" diyerek çok şey söylüyor zaten...

***
40 yıl boyunca dört kaptanla yola devam eden Milan'da Cesare Maldini, çocukluğu 2. Dünya Savaşı yıllarında geçmiş, kimilerine göre ailesi Slovenya'dan Trieste'ye göç etmiş kimilerine göre ise İtalyan kökenli olan denizci bir babanın oğluydu. Üç kız babası oldu önce Cesare Maldini, sonra da üç oğlu geldi dünyaya. 12 yıl Milan forması giyen Cesare'nin oğullarından biri futbolcu olmayı başardı, ama ne futbolcu! Paolo Maldini, 25 yıl başka formayı giymedi, babası gibi hem sağ bek hem sol bekte oynadı ve Maldini hanedanlığının iki numarasını, 2009'da Milan'dan kale arkası tribünündeki taraftarlar hiç beklenmedik bir şekilde uğurladılar. O gün ne oldu? Maldini son lig maçında San Siro'da Curva Sud tarafından yuhalandı. Diğer tribünler Maldini'yi alkışlarken veda turunda Curva Sud'un önüne gelen Maldini'ye küfür de yağdı, "Sadece Franco Baresi" tezahüratı da. Maldini bu tribünü diğer tribünlere şikayet etti el kol hareketleriyle. Curva Sud "Paralı asker dediklerinden alkış mı bekliyorsun" pankartı ve Baresi pankartları açtı. Maldini takım arkadaşlarının omuzlara alma teklifini kabul etmedi. Koşar adımlarla soyunma odasına gitti. Curva Sud tribünü 25 yıllık bayrak adamlarına neden bunu yaptılar? Maldini'nin La Gazzetta'ya verdiği bir röportajı unutmadılar. İki yıllık bir hesaplaşma bu aslında. Maldini, Curva Sud'de yer alan taraftarlara paralı asker demiş ve takımı baltaladıklarını iddia etmişti.
***
Cesare Maldini dört yıl önce hayatını kaybetti. Silvio Berlusconi kulübü Uzakdoğulu yatırımcılara satmak zorunda kaldı. Milan daha sonra ABD'li grubun eline geçti. Oğul Maldini, futbola vedasından iki yıl sonra oyuncu izleme komitesine girip kulübe geri döndü, iki oğlunun da Milan altyapısındaki gelişimini yakından görmek istiyordu. Dede Cesare, torunu Christian'ı Milan formasıyla San Siro'da görmeyi hayal ediyordu, soyadı sayesinde genç takımda kaptanlığa yükselen Christian bunu başaramadı, bugünlerde Serie D'de Pro Sesto forması giyiyor. Paolo yıllar sonra tekrar kulüp yönetiminde söz sahibi oldu ve Milan'ın futbol direktörü. Ve hikayenin başındaki genç futbolcu, 2001 doğumlu Daniel.. Maldini hanedanlığının son temsilcisi, sırtında 98 numaralı formayla geçen hafta 1-1 devam eden maçın 90. dakikasında takımı kurtarması istenen forvet olarak sahaya sürüldü...

Yollar Değişti Sergen de

Inter üç maç arka arkaya berabere kalmış, puan farkı açılmıştı. Juventus,  deplasmanına giderken Milano'da kimse liderin güneyde kayıp yaşayacağını tahmin etmiyordu. O eski halinden eser yok Napoli, dört maçtır evinde kaybediyordu ve iki önemli ismi kadroda yoktu. Tek bir dala tutundular: Napoli'nin eski hocası Sarri, Juventus'un başındaydı ve şehrin sokaklarında "Senden nefret ediyoruz çünkü seni çok sevmiştik" hikayelerinin bir yenisi yazılıyordu. Sarri onlara sınıf atlatmış ama İngiltere dönüşü, güneye ihanet edip kuzeyin kralına imza atmıştı.. O akşam "Ben bu bölgenin çocuğuyum" diyen Napoli'nin hocası Gattuso, Sarri'yi devirdi. Şehirde herkes artık Sarri ile olan hesabın kesildiğine inandı kafasını yastığa koyarken...
Sarri eski bir bankacıydı, futbol aklıyla tırnaklarıyla kazıyarak gelmişti bir zamanlar Napoli'ye.. Çok değil ama az da değil uzaklarda benzer bir hayatın öznesi 'ydı. Takımını son beş sezonda şampiyonluk yarışı içinde tutan ama bir kez olsun kupa kazanamayan Avcı, Galatasaray altyapısında çalıştığı günleri bir kenara koyarsak, hiçbir büyük camiaya aidiyet duygusu hissetmeyen, hiçbir tribünün de "Bizim Avcı" demediği bir futbol adamıydı... Yıldızlaştıkları, idol oldukları kulüplerde teknik adam olmayı başaranlardan farklıydılar. Bir artıları vardı; hanelerinde, kendilerini isteyen her kulüpte çalışabilirlerdi, eksileri ise hiç oralı hissetmeyeceklerinden ceplerinde kredileri yoktu. Guardiola, Zidane, , Fatih Terim gibiler için ise hikaye başkaydı. Ezeli rakiplerinin başında hiçbir zaman onları göremeyecektik ama işler biraz yokuş aşağı gittiğinde tribünlerin koruması altına gireceklerdi ki girdiler de...
***
İşte tam da bu yüzden Abdullah Avcı, Sarri'ye,  ise Luis Enrique'ye benziyor. Luis Enrique de futbolculuk günlerinde Real Madrid ve Barcelona forması giymiş ama Katalan kulübünü çok sevmişti. Ona da Sergen gibi teknik adamlığının yeni yetme günlerinde takımı teslim etmediler. Roma'da başarısız, Celta Vigo'da başarılı oldu ve günü geldiğinde Camp Nou'da en önde sahaya çıktı. Sergen Yalçın da bir gün 'ı çalıştıracaktı ama futbolculuk zamanında kendisine sahip çıkılmadığı günlerde olduğu gibi uzun yıllar dolaştı Anadolu'da... İki şampiyonluğun geldiği dört sezonluk Şenol Güneş dönemi oldu ki daha kısa sürse Sergen çok daha önce yuvasına dönecekti...

Onu Abdullah Avcı'dan farklı kılan ne peki? İkisi de defalarca Beşiktaş'a rakip oldular, kazandılar, kaybettiler, sevindiler, üzüldüler ama iki maç karesi bir ömür kadar uzundu. Avcı maçın son düdüğü yakınken sakatlık anında oyuncusuna ağırdan almasını söylemiş ve Beşiktaş tribünleri çileden çıkmıştı. Avcı, "Yere yatsana" tezahüratının gölgesinde geldi Beşiktaş'a... Sergen ise "Sergen attı şampiyonluk geldi" anında Tümer'den aldığı pası filelere gönderen, altyapıdan çıkmış kepçe kulaklı muzip çocuktu...


Mantık evliliğiyle bir yere kadar! Aşk da lazım tutku da bu oyunda. Önce Beşiktaşlı futbolcular yabancılaştı Avcı'ya, akıl oyunu istiyorum diyen hocayla yürekli oyun ortaya koyarken aceleciydiler, paniktiler. Sonra Avcı yabancılaştı Beşiktaş'a ve "Zaten geçen sezon da bu takım bu haldeydi" dediğinde ipler koptu...
Sergen Yalçın, Anadolu'da hiçbir sezonu tamamlayamadı. Altı yıl önce şu satırları not düşmüşüm onu için: "Ne tezgahlardaki çağla ve erikler, ne parklarda açan çiçekler... Sergen Yalçın Gaziantep'te sıkılmış ve istifa etti. İstanbul, Çeşme ve Bodrum'a bahar gelmiş daha güzel müjdesi var mı bu hayatta?" Çabuk sıkılırdı Sergen ama kabul edelim bu kez ayrılık kararını veren sanki yerine Ancelotti'ye getirecekmiş gibi yolları ayıran Malatyaspor'du... Baharın gelişinin haberiydi Sergen Yalçın'ın istifaları ama bu kez kimbilir attığı imza Beşiktaş'a baharın müjdesidir. Bu sezon yazını da, sonbaharını da kış gibi yaşamış, mağlubiyetlerle üşümüş Beşiktaş tribünlerine, bir koşu fırına gidip sıcak ekmeği kahvaltıya yetiştirmiş evlattır bugün Sergen Yalçın...
Kapısına Bayern Münih dayandığında "Ne var yani, gitmedim" dediğinde belki de haklıydı. Münih çok uzaktı da baba evi Rumelikavağı'ndan Fulya tesislerine giden yol minibüsle çok mu kısaydı sanki? Yollar da değişti, Sergen de...

Yemek Yedin mi Oğlum?

İtalya'da Roma'nın son şampiyonluğunu kazandığı 2000-2001 sezonunda gol krallığı listesinin ilk sırasında ezeli rakibin Arjantinli golcüsü oturuyordu. Lazio forması giyen Hernan Crespo o sezon 26 gol atarken, Roma'yı şampiyonluğa taşıyan Batistuta 20 golde kalmıştı. Çocuk 11 yaşındaydı ve tüm bu kapışmayı bir zamanlar futbolcu olmayı hayal eden ama Avis'te satış elemanı olan babasıyla birlikte izliyordu. İtalya Serie A büyük golcülerin ligiydi,  Basten'den Bierhoff'a, Shevchenko'dan Inzaghi'ye.... Çizme'de son sekiz sezonda şampiyonluğu kimseye bırakmayan ligin ağabeyi  bu dönemde bir tek gol kralı bile çıkartamadı. Kulübün son gol kralı takımın efsanesi Alessandro 'ydu. 12 yıl önce 21 golle gol kralı olan Del Piero ertesi sezon 4-1 önde oldukları Bologna maçında 89. dakikada yerini genç bir futbolcuya bıraktı. İtalya'nın güneyinde Campania bölgesinde Ciro ismi çok yaygındı, dünya 'de Savastano klanının hikayesini anlatan Gommorrah dizisiyle dolayısıyla Ciro di Marzio karakteriyle de tanışmamıştı. Gün gelecek bu dizi futbolcu Ciro'nun en favori dizisi olacaktı. Milan 11 yaşında keşfettiği Ciro'yu  etmek istemiş ama babası Milano'ya taşınmak için maddi durumunun yeterli olmadığını söylemişti, hem iki çocuğu da okumalıydı.
***
O gün Del Piero'nun yerine oyuna giren çocuğa Juventus'ta iyi bakmadılar, her transfer döneminde adı kiralıklar listesindeydi oysa ki İtalyan futbolunda genç yeteneklerin adının yanında "Pazarlık bile yapılamaz, dokunulmaz" yazardı. Ciro o sezon okulu bıraktığını babasına bir SMS ile bildirdi. Siena, Grosseto, Pescara... Ciro, 20'li yaşlarının başını kiralık oynadığı takımlarda geçirdi, bir yere ait hissetmiyordu kendini, sonunda döneceği bir kulübü vardı ama ya bir sonraki sezon? 2013'te Juventus bugün dönüp yakın geçmişe bakıldığında tarihi bir hataya imza attı ve Ciro'yu ezeli rakibi Torino'ya kiraladı. Napoli yakınındaki sahil kasabasında doğan çocuk İtalya'nın kuzeyinde Alpler'in eteğinde o sezon attığı 22 golle gol kralı oldu. Juventus, 24 yaşına gelen Ciro'yu sanki İtalya'da başlarını daha fazla ağrıtmasın diye 'ya sattı.  memnundu, 18 milyon euro'ya İtalya'nın gol kralını almışlardı. Bazı çiçekler bazı pencerelerde açmaz. Ciro da soldu Alman liginde... Sadece üç gol atabilmişti ve uçak korkusuyla sebebiyle tüm uzak deplasmanlarda yaşadığı stres yüzünden bir türlü düzlüğe çıkamıyordu. Almanlar sabretmedi, ertesi sezon Sevilla'ya kiraladılar ama Endülüs bölgesinde de çiçek açmadı. Dibe batmıştı...
***
2016'nın Ocak ayında Torino yine kucak açtı ona. Juventus kabusuydu sanki, derbide sakatlanıp bahar aylarını evinde geçirdi. O yaz Lazio, Ciro'nun bonservisine sadece 9 milyon euro ödedi. Roma'ya gelmiş, kendine bir villa satın almıştı, artık iki çocuk babasıydı. O sezon Romalı  29 golle kral olurken, Ciro 23 atmıştı. Juventus da bir önceki sezon Napoli formasıyla 36 gol atıp 'fazla olan' Arjantinli Higuain'i kadrosuna katmıştı... Ertesi sezon 29 atıp ikinci gol krallığını kazandı. Bu sezon 23 golü var, bu hızla giderse 40 atacak... Bu akşam 20:00'de Roma-Lazio derbisi var. Edin Dzeko, Ciro'ya karşı... Ciro Immobile... 30 yaşında, üç çocuk babası, Lazio'nun santrforu, çocukken annesinin yemek yedirmekte zorlandığı iştahsız Ciro... Anneler hep aynı: "Çok değişti ama o benim için her zaman ufak oğlum Ciro. Artık WhatsApp kullanıyorum ve hâlâ ona her gün 'Yemek yedin mi?' diye soruyorum..."

Valverde Setien Barcelona

İspanyolların 12 yıl önce kazandığı kupanın sezonunda 'da Rijkaard gitmiş, Katalanlar birçok Avrupa kulübüne -Real Madrid de dahil- teknik adam tercihleriyle ilham kaynağı olmuşlardı. Büyük takım çalıştırmamış, başarısı olmayan ama futbola yenilikler katacaklarına inandıkları genç bir teknik adam ve elbette mümkünse kulübün içinden yetişmiş biri... Bu tarife uyan adam elbette Guardiola idi. Taktiğe boğmayacağım sizi ama topa sahip olan ve rakibi boğan kaliteli paslarla işi bitiren Barça, teknik adamların ustası Cruyff'a selam çakıyordu. Hollandalı'nın dediği gibi basit olanı yapıyorlardı.
'nin getirdiği oyun modelinde Neymar transferiyle birlikte daha dikine oynayan, hızlı çıkan Barcelona vardı. Evet, Guardiola'nın oyunu kadar güzel olmayabilirdi ama Şampiyonlar Ligi kazanacak kadar iyi bir oyundu... Real Madrid, Guardiola modelini taklit edip Rafael Benitez'in yerine Zidane'ı getirdiğinde İspanyol medyası Fransız efsanenin futbol kariyerine duydukları büyük saygıdan dolayı çatlak ses çıkarmamışlardı.
Çıkarsalar da pişman olurlardı çünkü Zidane, üç Şampiyonlar Ligi Kupası ile zoru başarmıştı...
***
Barcelona cephesinde ise 'teknik direktörü Messi seçiyor yılları' başladı. Luis Enrique, Guardiola gibi kendini dinleyeceği, dinleneceği bir yıllık süre için kulüpten koparken, Klopp, Sarri, Conte'lerin dünyasında çarpışacak yeni bir devrimci yerine hayali Barcelona'yı çalıştırmak olan bir teknik adamı seçtiler... Ernesto Valverde eski bir Barcelona futbolcusuydu, ligin muteber hocalarından biriydi, Yunanistan'da şampiyonluklar yaşamıştı ama 'o kadar'... Oynattığı futbol bir türlü tatmin etmedi izleyenleri, iki şampiyonluk bir Kral Kupası kazandı ama Şampiyonlar Ligi fiyaskoları da bir kenara yazıldı. Önce Roma ardından Liverpool... Barcelona perişan olmuştu Devler Ligi'nde. Normal bir futbol aklı o hezimetlerin ardından "Burası Barcelona" der yollardı Valverde'yi. Coutinho ve Dembele için ödenen 300 milyon euro, Griezmann'a verilen 120 milyon, Ronaldo'nun ayrılığı sonrasında bile evinde Real Madrid'i deviremeyen Barcelona... Valverde, yeni formatında Final Four olarak oynayan İspanya Süper Kupası'nı yarı finalde kaybedip elenince yönetim ülke içindeki rekabetin ateşinde kendisini yakmak yerine elbette ki Valverde'yi yaktı...

Yeni teknik direktör arayışında takımın eski yıldızı Xavi "Hazır değilim" derken, Tottenham'dan ayrılan Pocchetino, Barça'nın ezeli rakibi Espanyol'un eski hocası olduğundan bu teklife hep uzak duruyordu. Barcelona'yı eski günlerine taşıyacak, eldeki kadroya Guardiola futbolu oynatacak bir adam buldular. Bir futbol devrimi bekleyenlerin karşısına Setien'i çıkardılar.
61 yaşındaki Setien'in La Liga tecrübesi sadece beş yıldı. Katalan değildi, Barcelona'da forma giymiş eski bir yıldız değildi ve hatta bağımsızlık referandumu hakkında olumsuz konuştuğu gazete arşivlerindeydi. Setien'i vitirine çıkartan Las Palmas'tı ama Endülüs'te Real Betis döneminde İspanyol hoca önemli bir kartvizit edindi. Takımı her maçı yüzde 70'in üzerinde topa sahip oluyor, bir maçta Guardiola'nın rekorunu bile kırıyordu ama her maçı da kazanmıyorlardı. Barcelona kendisini stadyumu Camp Nou'da son yenen teknik adamı göreve getirdi. Kasım 2018'de Barça'yı deplasmanda 4-3 deviren Setien geçen hafta kasabasının patika yollarında yürüyüş yapan ve telefonunun çalmasını bekleyen bir teknik adamdı. O telefon çaldı ve Setien hayranı olduğu Cruyff'un peşinden çok koşan bir orta saha oyuncusu olduğu günlerden kafasına koyduğu ve Barça'da oynamak için bir parmağımı veririm dediği günlerden 30 yıl sonra Katalan kulübünün teknik adamlık koltuğuna oturdu.
İyi teknik adamlara satranç ustası yakıştırması yapılır. Setien ustası olmayabilir ama Karpov ve Kasparov gibi efsanelerin karşısına çıkacak kadar bu oyunun tutkunu... Şahının kim olduğunu biliyoruz bakalım mat gelecek mi?

20'li Yılların Yıldızları

Milli  Takımı'n ın 'nda oynadığı yarı finali, 'ın Kopenhag'da kazandığı UEFA Kupası'nı birçoğu izlemedi ve hatta Berlin'de Zidane'ın Materazzi'ye attığı kafayla biten Dünya Kupası'nda da birçoğu daha ilkokula başlamamıştı ama şimdi onlar futbolun gelecekteki yıldızları. Ki aralarında çoktan yıldız olanlar da var...
Önümüzdeki 10 yıla damga vuracak yetenekler turuna başlıyorum, fazlası yok eksiği çok bir liste olacaktır eminim...
Defans hattında futbol tarihimizde yan yana zor getirebildiğimiz kalite, güç ve karakter var. Yıldız adayı değil, artık yıldız iki isim var. 'in uçan forvetlerine "sağa çek" diyen 24 yaşındaki Çağlar ve Serie A'nın gladyatör stoperler listesine hiç zorlanmadan giren 22 yaşındaki Merih Demiral. Almanya'da Ozan Kabak, İtalya'da  ve Galatasaray altyapısından gelen 16 yaşındaki Emin Bayram... Avrupa'da birçok ülke genç stoper açığını konuşurken bizim muhteşem bir kare as çıkartmamız harika bir detay. Merih'in arkasında kalan ve kulübede bekleyen 21 yaşındaki Hollandalı De Ligt, kıtanın en parlak genci.
Kalecilerin kariyeri uzundur, Uğurcan Çakır 24 yaşında ama önünde 15 yıl var.
 kalesindeki Altay 22 yaşında.
 kalesini gelecekte korumasına kesin gözüyle bakılan Ukraynalı Lunin de 21 yaşında...

Xavi, Iniesta, Pirlo, Gerrard, Lampard bıraktı, Modric, Busquets, Rakitic yolun sonuna geliyor... Oyunun kalbi orta sahada Fransa Ligi'nde bu sezon tozu dumana katan bir genç var. 17 yaşındaki Camavinga. Ajax ile muhteşem bir sezon geçirip Barcelona'ya  olan De Jong 22 yaşında.
Messi-Ronaldinho ile çalışmış Guardiola'nın "Bugüne kadar gördüğüm en yetenekli futbolcu" cümlesinin öznesi Arjantinli ya da Brezilyalı bir yıldız değil.
Guardiola biraz abartmış olsa da Phil Foden 21 yaşında. 2010 Dünya Kupası sonrası Almanların orta sahadaki gözbebeği  idi. 20'li yıllarda ise Kai Havertz konuşulacak.  forması giyiyor ve ligin ağabeyi B. Münih mi kapacak yoksa R. Madrid ya da M. City mi, zaman gösterecek.
Geçen sezon bir transferin eşantiyonu olarak Inter'in Roma'ya gönderdiği bir genç bugün İtalyan futbolunun en değerli oyuncusu. Milano'da kafaları taşlara vurdurtan Zaniolo 20 yaşında.
Çizme'nin yeni jenerasyonunda müthiş yetenekli orta sahalar var. Inter forması giyen Barella ve sezon sonunda sağlam bir bonservisle büyük bir takıma gitmesi kesin olan 20 yaşındaki Sandro Tonelli.
Juventus'un sezon sonunu beklemeden bonservisine 35 milyon euro ödediği Kulusevski'yi de çok konuşacağız..
Kayserispor forması giyen 16 yaşındaki Emre Demir de kariyeri iyi yönetilirse müthiş yetenek... Talihsiz bir sakatlık geçirip sezonu kapatan Yusuf Yazıcı'nın çıkışı inşallah kaldığı yerden devam edecek gelecek sezon. Trabzonspor'un hakkını vermek lazım, yetiştirdikleri ve transfer ettikleri gençlerle yeni bir soluk getirdi futbolumuza. Abdülkadir Ömür'ün (21) yıldız olacağı sezon sakatlıkla bölündü, sol ayağı mükemmel olan Yusuf Sarı (22) da sağ ayağını da geliştirirse önümüzdeki 10 yıl klas kanat oyuncusu eksiğimiz olmayacak.. Fenerbahçe'de 21 yaşındaki Ferdi Kadıoğlu da büyük takım oyuncusu olmanın getirdiği baskıyı üzerinden atarsa önü açılacak.

Genç golcü sıkıntımız büyük,  altı yıldır sahnede ve daha 23 yaşında.
Belki de 26'sından sonra büyük golcü olacak. Galatasaray altyapısından gelen 18 yaşındaki Erencan 18 yaşına giriyor ve 1.86 cm boyuyla gol noktalarında yıldız adayı... Avrupa'da 23'üne gelmeden dünya yıldızı olan çok isim de var: Beş yıl sonra dünyanın bir numarası olması kesin olan 21 yaşındaki Mbappe..
Falcao'nun zirve yıllarını hatırlatan 22 yaşındaki Interli Lautaro Martinez, Atletico'nun bonservisine 120 milyon ödediği Joao Felix, B. Dortmund'un geçen hafta kadrosuna kattığı 20 yaşındaki Haaland, Barça altyapısından gelen 18 yaşındaki Ansu Fati, İngilizlerin büyük yeteneği Jadon Sancho, 20 yaşındaki iki Brezilyalı Vinicius Jr. ve Rodrygo...

2020'nin Spor Ajandası

* Ocak: Yılın en sakin ayı diyebiliriz.  ayın üçüncü haftasında başlayacak. Yılın ilk Grand Slam turnuvası 'da 20 Ocak'ta. NBA, Paris'e geliyor... 24 Ocak akşamı Charlotte Hornets-Milwaukee Bucks maçı Fransa'nın başkentinde.
* Şubat:  bu yıl Miami'de 2 Şubat'ta oynanacak. 16 Şubat 'ta ise Chicago'da NBA All Star maçı var. 22 Şubat'ta da görkemli bir boks karşılaşması var: 'ta Wilder, Furry'e karşı. Avustralya Açık'ta final heyecanı da 2 Şubat'ta son bulacak.  ve 'nde eleminasyon turları da bu ay içinde başlıyor.
* Mart: Formula 1 sezonu Avustralya'da 15 Mart'ta açılacak. Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde heyecan devam edecek elbette. Euro 2020'nin play-off maçları da ayın son haftasında.
* Nisan: Basketbolseverler 16 Nisan tarihini not düşsünler, NBA'de play-off'lar başlıyor. Avrupa'da futbolun iki büyük kupasında çeyrek finaller ve yarı finallerin ilk ayakları da Nisan'da oynanacak. Londra Maratonu da 26 Nisan'da.
* Mayıs: Avrupa'da bütün liglerde şampiyonluk yarışına Euro 2020 yüzünden erken nokta konulacak bu ay içinde. Mayısın en güzel organizasyonu elbette ki 'da. Şampiyonlar Ligi finali 15 yıl aradan sonra 30 Mayıs akşamı yine İstanbul'da. Avrupa Ligi finali 27 Mayıs'ta Gdansk'ta. F1, Avrupa'ya geliyor. Hollanda-İspanya ve Monaco 'leri bu ay içinde. 25 Mayıs'ta tenisseverler ekran başına,  başlıyor. Euroleague'de 'un adresi ise 22 ve 24 Mayıs'ta Köln.
* Haziran:  tutkunlarını uykusuz bırakacak aya geldik. Euro 2020, İtalya-Türkiye maçıyla 12 Haziran'da start alacak ama yetmez 'daki futbol heyecanına ortak olmak isteyenler için bir ay boyunca Copa America da var. Bakü'de 17 Haziran'da Galler, 21'inde İsviçre ile oynayacağız, sonrası hayırlısı. Fransa Açık finali 7 Haziran'da. Tour de France'da ilk tur 27 Haziran'da. Futbola boğulan aya Wimbledon'u da katmak isteyenler için ilk gün 29 Haziran.
* Temmuz: Euro 2020'de final yolu ve final... 12 Temmuz'da... Copa America heyecanı da ayın ilk 15 gününde sürecek. 11'inde Wimbledon'da kadınlar, 12'sinde erkekler finali var. Tour de France 19 Temmuz'da sona erecek. Temmuz ayının üçüncü haftası tatil yapabilirsiniz çünkü 24 Temmuz'da ekran başına dönmeniz gerekiyor. Yılın en büyük spor organizasyonu, Olimpiyatlar Tokyo'da başlıyor.
* Ağustos: Tokyo 2020'de Olimpiyat heyecanı 9 Ağustos tarihinde sona erecek. Avrupa'da tüm liglerin ilk haftası da bu ay içinde... Paralimpik Oyunları 2020, 25 Ağustos'ta Tokyo'da başlıyor. Ayın son günü ise teniste yılın son büyük turnuvası, US Open start alacak.
* Eylül: Şampiyonlar Ligi ve Avrupa Ligi'nde heyecan ay ortasında başlayacak. US Open finali 13 Eylül'de. Berlin Maratonu 27 Eylül'de.
* Ekim-Kasım- Aralık: Muhteşem yaz aylarının ardından takvimin hafiflediği döneme geldik. Formula 1 sezonunda son yaklaşırken, sırasıyla Japonya (Suzuka), ABD (Austin), Meksika, Brezilya ve Abu Dabi'de 22. ve son yarış var. Teniste Davis Cup finalleri 23-29 Kasım'da Madrid'de. Yılın son büyük organizasyonu ise yine Katar'da Aralık ayında FIFA Dünya Kulüpler Şampiyonası finalleri... İyi seyirler...

2019'un Z Raporu

Yılın son pazar gününde Z raporunu alma vaktidir.
İyi bir futbolsever kaç maç izlemiştir diye sorarak başlayayım. Süper Lig'de sezonda 306 maç oynanıyor. Bir o kadar da 1.Lig'de var. Avrupa'nın beş büyük liginde bir sezonda oynanan maç sayısı 2 bin 206. Şampiyonlar Ligi'nin grup aşamasında haftanın iki günü iki maç izlerseniz, perşembe Avrupa Ligi'nin de kalbini kırmazsanız, kupa maçları, milli takımın maçları derken tekli bir yılda bu rakam 3 binin üzerine çıkıyor. 4 bin 500 saat, 187 gün futbol!
Haftada altı maç izleyen bir futbolsever sezonu 10 ay kabul edersek, yılda 360 saatini ekran başında geçiriyor.
Bu da 15 gün yapar, futbol sevginize isyan eden bir eşiniz varsa "365 günde 15 gün nedir ki" diyerek topu taça atabilirsiniz...
Elbette bugünlerin sorusu, maçları gözümüzü ekrandan ayırmadan mı izliyoruz ya da elde telefon sosyal medyada gezinirken, spikerin ataklarda yükselen sesiyle kafamızı kaldırıp poziyonu yakalamaya mı çalışıyoruz, golü kaçsa ne olur ki, zaten en az 3 farklı açıdan tekrarı geliyor ekrana... 2019'da gerçekten hakkını vererek kaç maç izlediniz?


Yılın 51 haftasında X raporunda hayat hikayeleri var. Dörtlü savunmadan üçlüye dönen takımın rakip üçlü forvet karşısında düştüğü sıkıntıyı, kimin topa yüzde kaç sahip olduğu, 3 yiyenin attığı 12 kornerin ne işe yaradığı, 600 pas yapıp topu geveleyenin yarısı kadar pas yapan takımdan nasıl dört yediğini, koşu mesafelerini, kimin kaç top kaybı yaptığını, kimin kaç top çaldığı yerine golü atan Dybala'nın kolundaki iki siyah bant dövmenin hikayesi, bir anda ortalıktan kaybolan ve kızının hayatını kurtarmak için didinen Luis Enrique'nin dramı, 20 yıldır grip olmadım diyen Mihajlovic'in kanserle olan mücadelesi güzelleştiriyor bu oyunu.
Kimin hangi takımlarda oynadığı, kaç maça çıkıp kaç gol atıp kaç asist yaptığı yazıyor istatistik sitelerinde.. Üç ihtimalin olduğu bir oyunda bazılarının tek ihtimalinin olduğu hayat hikayeleriyle empati kuruluyor, eskisi gibi duvarlara posterleri asılmasa da hiç olmazsa telefonlara, bilgisayarlara duvar kağıdı oluyorlar..
2019 biterken bu yıl kramponlarını asan, futbolu bırakan yıldızlara son bir selam çakalım istiyorum...

Kalede kaskı ve iki eldiveniyle Petr Cech var. Buffon-Casillas-Neuer ve Cech diye sayardık bir zamanlar en iyi kalecilerde kare asımızı. Patrice Evra futbol tarihinin en iyi 10 bekinden biri olmayabilir ama Manchester United formasıyla oynadığı futbol, 2010 Dünya Kupası'nda Fransız Milli Takımı'ndaki isyanın baş aktörlerinden biri olarak kazındı hafızamıza.
Defans göbeğinde İtalya Serie A'dan iki isim var. Romalı Juan ve BBC olarak futbol tarihine geçen Juventus savunmasının ağabeyi Barzagli. Bonucci ve Chiellini ile birlikte kurdukları üçlü savunma hattını çok özleyeceğiz.. Sol bekte ise klas bir İngiliz var, Ashley Cole...
Orta sahanın ilk ismi Xavi, oyunun iki yönünü de oynayan futbolcu tarifini yapanların aklına gelen ilk isimdi bir zamanlar. Almanlar dışında her gazetecinin adını yazarken azami dikkat gösterdiği Bastian Schweinsteiger bize modern orta saha nasıl olur, bunu gösteren adamlardandı. Real Madrid onu erken yolladı, kalsaydı Guardiola'lı Barcelona'nın hayatı zorlaşırdı. Arjen Robben kristal futbolculardandı, çok sakatlanırdı ama onun ters kanattan çalımlarla ilerleyip şut çıkardığı sol ayağı kaç futbolcuda vardı ki? Bir başka Hollandalı bir başka Real Madrid'in gözden çıkardığı yıldız:
Wesley Sneijder... İlk evliliğinde yaşadığı sorunlar onu Madrid gecelerine, ikincisinde ise futbolun dışına attı. Inter ile 2010'da üç kupayı kazandığında Altın Top ödülünü haketmişti ama vermediler.
Galatasaray'ın Juventus'u elediği maçta Buffon'un uzanamayacağı köşeye vurduğu top nerdedir ki şimdi?
Forvet hattında genç yaşta gelip tutunamadığı Real Madrid'i, Barça formasıyla attığı gollerle pişman eden, Afrika kıtasının Drogba ve Weah ile birlikte en büyük golcüsü Samuel Eto'o var. Yanında ise çocuk yaşta forma giydiği Atletico Madrid'e yıllar sonra dönen, artık yıkılmış olan Vicente Calderon tribünlerinin "El Nino"su Fernando Torres...
Son söz, sözün bittiği yer.. Uçak kazasında hayatını kaybeden Emiliano Sala ve hız tutkusunun kurbanı olan Jose Antonio Reyes...

Kylian Mbappe

Pele bin gol atmıştı ama Avrupa'da hiç oynamadı. Cruyff'u çıplak gözle izleyebilen kaç kişi var ki memlekette? Maradona, Meksika'da İngilizleri ipe dizdikten bir yıl sonra doğan bir çocuk, o golün de elle attığının da kopyasını filelere gönderdi ama Dünya Kupası kazanamadı. "Harbi" Ronaldo büyük bir çoğunluk için gelmiş geçmiş en büyük golcü ama Şampiyonlar Ligi kazanamadı. Futbol sohbetlerinin bitmek bilmeyen tartışmasıdır. Maradona mı Messi mi? Messi mi Cristiano Ronaldo mu? Hafta içinde Maradona tarihin en iyisi Di Stefano derken, Avrupa'da birkaç kuşağın en büyük Cruyff'tu fikrini değiştiremezsiniz. Sergen'in yeteneğini öve öve biteremediğimde rahmetli babamın "Sen Yusuf Tunaoğlu'nu izlemedin de ondan" dediği gibi... Futbol hep değişti, taktikler, fizik kapasite, rakipler... En zoru dün değil yarın oynanacak bir oyun futbol... Maradona'nın döneminde onun karşısına çıkabilen yoktu, 1995-2005 aralığı büyük yeteneklerin fışkırdığı dönemdi. Ronaldo'dan Zidane'a, Baggio'dan Rivaldo'ya.. Sonrası bildiğiniz büyük rekabet: Messi mi Ronaldo mu? Karşılıklı 50-60 golün atıldığı  sezonları, bir o bir ben diye kaldırdıkları Ballon D'Or ödülleri... Peki veliahtları kim? Neymar -bu hafta France Football'a verdiği röportajda her ne kadar inkar etse de- bir numara olabilmek ve Messi'nin gölgesinden çıkabilmek için 'e transfer oldu. Brezilyalı yedi yıldır Avrupa sahnesinde ve 4 yıllık Santos kariyerini de eklersek, dünyanın en iyi 3. futbolcusu olmaktan kurtulamadı. Messi ve Ronaldo'nun sahneden inmelerine ise minumum iki maksimum dört sezon var. dört yıl sonra futbolun bir numarası o tarihte 31 yaşını dolduracak Neymar mı olacak yoksa takım arkadaşı Mbappe mi? Önceki gün 21 yaşına basan Fransız yıldızın hayat hikayesi de beş yılda biriktirdiği istatistikler de bize şunu söylüyor: Sol şeridi boşaltın, Mbappe geliyor...

20 Aralık 1998 doğumlu Kylian Mbappe sporcu bir ailenin çocuğu. Kamerunlu babası teknik direktör ve Kylian'nın yetiştiği Paris'teki AS Bondy takımını yıllarını vermiş bir isim. Cezayir asıllı annesi Fayza Lamari ise eski bir hentbolcu... Paris'te federasyonun altyapısı Clairefontaine'e geldiğinde izleyen herkesin Thierry Henry'e benziyor dediği Mbappe'yi kadrosuna katmayı başaran kulüp de Henry'nin yetiştiği Monaco oldu. Duvarında Cristiano Ronaldo posteriyle büyüyen Mbappe tüm zamanların en komple oyuncularından biri olmayı sadece üç sezonda başardı. Forvetin her hattında oynayan, iki ayağını da kullanabilen, müthiş süratine oyun zekasını da katan ve çalım ve son vuruşlarıyla yeteneği Manchester United'a geldiği günlerdeki Cristiano Ronaldo'dan çok daha ileride olan bir futbolcu Mbappe.. 16 yaşında Fransa 1. Ligi'nde forma giyen, 17 yaşında ilk hat-trick'ini yapan, 18 yaşında Şampiyonlar Ligi yarı finalinde gol atan, Monaco ile ligde şampiyon olan ve bu yaşta 180 milyon euro karşılığında Paris Saint Germain'e giden bir genç en çok neyi özlerse Mbappe de onu özlüyor. Az vakit geçirebildiği çocukluk arkadaşlarını, özgürce Paris sokaklarında dolanabilmeyi.. Fransız yıldız önceki gün 21. yaş doğum gününü kutlarken kariyer karnesinde yazananları 20 yıllık ihtişamlı kariyerinde bir araya getiremeyen çok yıldız var futbol dünyasında: Monaco ve Paris Saint Germain formalarıyla 165 maçta 103 gol. Fransız Milli Takımı'nda 34 maçta 13 gol. Bir Dünya Kupası, 3 Fransa Ligi şampiyonluğu, 1 U19 şampiyonluğu, 1 Fransa Kupası ve 1 Lig Kupası... Üç gün önce Fransız L'Equipe gazetesi, nefis bir manşetle birinci sayfasına Mbappe'yi taşıdı: "Daha hızlı, daha güçlü, daha Mbappe..." Olimpiyatların sloganındaki "daha yükseğe"nin yerini alan Mbappe'nin kariyerinde daha yükseklere çıkabilmesi için önünde uzun yıllar var ama 2020 ajandasında Euro 2020'nin ardından Tokyo Olimpiyatları yazıyor... 1996 Atlanta'da "Harbi" Ronaldo, 2004 Atina'da Cristiano Ronaldo, 2008 Pekin'de Lionel Messi ve 2016 Rio'da Neymar'ın ajandasında yazdığı gibi...