Mayıs ayında
New York’ta Paper dergisinin editörleri Mickey Boordman ve David Hershkovits
Haziran sayının kapağına son noktayı koydukları mutluydular. Kolay değil
kapakta herkesin bu kez Dünya Kupası’nı Arjantin’e kazandırabilecek mi? Diye
sorduğu Lionel Messi vardı. Manşet de yaratıcıydı. “G.O.A.T” İngilizce, “tüm
zamanların en iyisi” nin kısaltmasıydı ve aynı zamanda anlamı keçiydi.
Editörler Messi’yi bir keçiyle kapağa taşıdılar, dergi dünyanın dört bir
köşesinde haber oldu. Sonrasını biliyorsunuz, Messi valizini erken toplayıp evine
döndü. Messi ve keçi ile başlayan Dünya Kupası’nın bir keçi çobanıyla sona
ereceğini ise o günlerde ne kimse biliyordu ne de tahmin edebilirdi. Ama o da
oldu. Hırvastistan, finalde Fransa’nın rakibi olurken, kaptanı Luka Modric
oynadığı futbolla Dünya Kupası’nın en iyisi olmayı başarmıştı, finalde kaybetse
bile en iyi futbolcu ödülünü de ona verdiler ama Hırvat medyasının finalden bir
gün ortaya çıkardığı bir görüntü herkesi hayrete düşürdü. Belgesel yönetmeni
Pavle Balenovic, 1989-90 yıllarında Velebit Dağları’nda vahşi doğayı kayıt
altına alırken, çocuk yaşta bir çoban da keçilerin peşinden koşturuyordu.
Balenovic’in yıllar sonra paylaştığı hikayeye göre o keçi çobanı Modric’ti ve
görüntülerde 5 yaşındaydı.
Final öncesi
iki takımın oyunları analiz edilirken, Avrupa medyası iki ülkeyi sadece
futbollarıyla karşılaştırmadı. Avrupa’nın ufak ülkesi Hırvatistan’ın sporcu
fabrikası olduğunu bilmeyen yoktu ama biraz o kupa ve madalyaları hatırlamak
lazım. Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Hırvatlar, Barselona’daki
Olimpiyatlar’da altın kzanmış, 1994 Dünya Şampiyonası’nı da efsane kadro ülkeye
getirmişti. Avrupa Şampiyonası’nda 1993 ve 1995’te üçüncü olan Hırvatlar,
hentbolda çeyrek asırda 13 kez podyuma çıktılar ve 4 kez şampiyon oldular.
Gelelim sutopuna çünkü onunla bitireceğiz. 2012 Londra Olimpiyatları’nda altın
alan Hırvatlar, 1996 ve 2016’da da finalde kaybetmişlerdi. Geçen yıl Dünya
şampiyonu oldular ve 2015 yılında da finale yükselmişlerdi. 2010’un sutopunda
Avrupa Şampiyonu da Hırvatlardı.
Şimdi biraz
dertleşelim. Geride kalan haftada Barselona’da Avrupa Sutopu Şampiyonası vardı,
hem erkek hem de kadın milli takımlarımız farklı mağlubiyetler aldılar.
Erkeklerde Yunanistan’a 27-1, Hırvatlara’a ise 23-2 kaybettik. Üzülerek
söylemem gerekiyor ki spor kültürümüzü sadece ve sadece kazanmak üzerine
kurduğumuzdan sporcularımız yüzme bile bilmemekle itham edildi. Bir gazeteci,
oğlu bir kulübün alt yapısında sutopu oynayan bir baba olarak beni yaralayan
budur. Elbette ki gönül istiyor ki bu maçları kazanalım, madalyalar, kupalar
gelsin ama ne olduğumuz yeri biliyoruz ne de bir sutopu maçının kaç devre ve
kaç dakika olduğunu…
Yıllar önce
Derya Büyükuncu altı olimpiyatta yarışacak kadar uzun bir kariyere sahipken biz
onun nasıl da yarış kazanamadığını konuşuyorduk. Marsel İlhan ilk turda
elenince yaşasın bana sosyal medyada espri yapma fırsatı doğan gençler de bizim
gençlerimiz. Konu ne futbol ne de bugün için sutopu. Bir yerden başlamamız
lazım. Gelin çocuklarınızı yerleştirmek istediğininiz alt yapıların sorumlularına
baskı yapmayın, tanıdık aramayın, haftada 5 gün idman yapan çocukların bir
idmanını izleyip hiç fikir sahibi olmadığınız bir spor dalında yıllarını vermiş
bir antrenöre akıl vermeyin, “Benim oğlum benim kızım neden yok?” diye
sormayın. Çocuklarımız canımız ciğerimiz ama onları yetiştirenleri de anlayın.
Biz çocuklarımızın üzerine titrediğimiz için iyi sporcu olamıyorlar, kabul
edelim. Terleyen evladın sırtına tülbent koyanlar bizim annelerimiz ama sporcu
olmanın da biraz acı çekmek ve fedakarlık ister, çocukların terine emeğine
saygı duyalım. Yarışanın anne-baba değil, çocuk olduğunun farkına varalım.
Hepsinden önemlisi orta okul ve lise yıllarında müfredata Spor Kültürü dersi
koyalım. Çocuklarımız bir zamanlar kaybettiğimiz sutopu maçlarının 8 dakikalık
dört devreden oynandığını öğrensinler. Kaybederken bilirsek, kazandığımızda hiç
unutmayız…
Kaybedenler olmasa kazananların ne değeri olurdu değil mi ?
YanıtlaSilElinize emeğinize sağlık.çok güzel bir yazı olmuş
YanıtlaSil