Tarihinde ilk kez Güney Amerika
Kupası’nı finalde Uruguay’ı devirerek alan Şili’yi zafere taşıyan adamdı o.
Kısa bir zaman sonra Uruguay, kupayı kaptırdığı Şili’yi 3-0 mağlup ettiğinde
istatistikler maçta yüzde 73 topa sahip olan tarafın Şili olduğunu
gösteriyordu. Vardı bu futbolda ve ona sordular. “Topa yüzde 73 sahip olup
nasıl 3-0 mağlup oldunuz?” sorusuna Jorge Sampaoli gülümseyerek bir yanıt
verdi: “Bakın size bir hikaye anlatayım. Bir akşam çok güzel bir kadınla bir
bara gittim. Her şeyden konuştuk, yeni tanışmıştık ama sohbetimiz flört
doluydu. Birbirimizi anladık, bütün gece sohbet ettik. Sonra gecenin vakti,
barın kapısından giren bir adam o hiç tanımadığı yanımdaki kadını alıp gitti.
Üzülmedim çünkü benim için mühim olan o akşamın büyük bir bölümünde benimle
beraberdi.”
Çok özel bir adam Jorge Sampaoli.
Arjantin futbolunun efsanesi Jorge Valdano onu şöyle anlatır: “Bir gün kardeşim
Arjantin’de bizim doğduğumuz kasabaya yakın yerde yaşayan bir adamın benimle
görüşmek için çok çabaladığını ve yardımcı olmamı istedim. Tanıdığım biri
değildi, evime geldi ve tam yedi saat bana futbol hakkında sorular sordu. Bir
iki yıl sonra gazetede fotoğrafını gördüğümde adını unuttuğum adamı hatırladım.
Jorge Sampaoli’ydi o adam.”
“Keşke hayatta tutkuyla bağlı
olabileceğim ikinci bir spor dalı olsaydı” diyecek kadar çok seviyor futbolu
Sampaoli. Bazı teknik adamları diğerlerinden ayıran da budur. Sahaya takım
elbiseyle değil, eşofmanla çıkan, 90 dakika boyunca kulübede oturmayan, sürekli
maçı yaşayan, hakemle uğraşan, yeri geldiğinde rakip kulübüyle ve tribünlerle
gerginlik yaşayan, tutkusuyla çalıştırdığı takımın taraftarının sevgilisi olan,
kazanmaktan öte maçın ruhunu yaşayan, kendini kaptırıp giden teknik adamlar...
Ne Mourinho, ne de Pep Guardiola uyuyor bu tarife. Ne Zidane ne de Ancelotti...
Fakat aklınıza gelen ilk ismin kim olduğunu biliyorum. Elbette ki Marcelo
Bielsa. Arjantin’in dünya futboluna hediye ettiği tarihin en iyi teknik
adamlarından biri, o çok yakışan “Deli” (El Loco) lakabıyla bilinen Bielsa. 19
yaşında ayağı kırıldığı için futbol kariyeri başlamadan biten Jorge
Sampaoli’nin idolü elbette ki Bielsa... Ona Güney Amerika’nın Mourinho’su da
diyenler var ama daha güzeli Garibanların Bielsa’sı.
Çünkü günümüzün en büyük
futbol filozoflarından biri olan Bielsa hayatında hiç maddi sıkıntı çekmemiş
aristokrat bir aileden geliyor. Dedesi, ülkenin önemli düşünürlerinden, babası
baro başkanı bir avukat, annesi tarih profesörü olan Bielsa, Sampaoli için bir
rol modeli. Bugüne kadar bir kez olsun idolü için “Deli” lakabını kullanmamış
olması ona olan büyük saygısından dolayı elbette. River Plate maçlarını izlemek
için Buenos Aires’e hafta sonlarında 12 saat yol yaparak gelen, Bielsa’nın
bütün basın toplantılarını kasetlere kaydeden, cüzdanında kaybettiği babasının
fotoğrafını taşıyan bir başka “deli”den bahsediyorum size…
Onun kaderini değiştiren maç 1996
yılında oynandı. Genç takımın hocası Sampaoli’yi hakem itiraz ettiği için saha
dışına gönderdi. Bir semt sahasından hallice yerde takımından ayrı kalmayı
kendisine yediremeyen Sampaoli bir ağaca tırmandı ve oradan direktifler vermeye
başladı. La Capital Gazetesi’nden bir muhabirin çektiği fotoğrafı yayın
yönetmeni ertesi gün birinci sayfada kullandı. Ağaca çıkmış bir teknik adam!
“Bekler hücuma çıkmaz. Kanat oyuncusu yok. Arjantin’deki futbolu izlerken
baygınlık geçiriyorum” diyen Jorge Sampaoli, ülkesinde Newell’s Old Boys alt
yapısı dışında hiçbir takımı çalıştırmadı. O, onun vizyonuna ve futbol
felsefesine inanan takımların peşine düştü. Ona futbol dünyasının “kel Che’si”
de dediler. Peru, Şili ve Ekvador Ligleri’ne oynattığı futbolla imza attı. Oyun
felsefesi elbette ki usta kabul ettiği Bielsa’dan emanetti. Üçlü defansın önüne
koyduğu dörtlü orta rakibin forvet hattını da orta sahasını da imha ediyordu.
Çok koşmak lazımdı onun takımında. Gün geldi Şili’de bayrağı Bielsa’dan teslim
aldı. Kimse şaşırmadı elbette. İnsan ilişkilerinde zor adam olan Bielsa biraz
da aristokrat kimliğiyle geçinilmez kartvizitiyle dolanırken, halk adamı Jorge
Sampaoli Şili’de hayal edilenden de fazlasını yaptı. Güney Amerika Kupası’nı
kazanan milli takıma veda ederken adı Bielsa gibi Lazio ile anıldı ama
İtalyanların futbolunu da sevmiyordu.
Bielsa, futbola büyük bir tutkuyla
bağlı A.Bilbao ve Marsilya taraftarının gönlünü fethetmiş ama ayrılıklarıyla da
biraz pas tadı bırakmıştı memleketine dönüp inzavaya çekilirken. Sampaoli,
kendisi kadar tutkulu bir kulüp ve tribünler arıyordu. Aklınıza Fenerbahçe ve
Galatasaray gelmesin. Bielsa, Sampaoli gibi adamların futbolu çok bildiklerini
sanan ama zerre anlamayan kulüp yöneticileriyle ilişkisi bir ay bile sürmez
bizim futbol iklimimizde. Sampaoli kendine yakışanı yaptı. İspanya’da Endülüs
bölgesinin bütün genlerini üzerinde toplayan Sevilla’nın teknik direktörü oldu.
Geçen hafta Real Madrid, 40 maçlık yenilmezlik rekoruna son verdi Jorge
Sampaoli. 85. dakikada Ramon Sanchez-Pizjuan Stadyumu’nda taraftarı önünde 1-0
gerideydi Sevilla. Yedi dakikada çevirdiler maçı ve kazandılar. Bir zamanlar
futbol tutkusunun ağaca çıkardığı Jorge Sampaoli bir dakikasında oturmadığı
maçın ardından bir çocuk masumiyetiyle seviniyordu çimlerde… Onun çalıştırdığı takımları
karşı maç kazanabilirsiniz ama Sampaoli’yi pes dedirtemez, onu yenemezsiniz…
Marcelo Bielsa: El Loco
Marcelo Bielsa: El Loco
Bülent Bey, şöyle bir ifade var yazınızda, bir bakın derim, saygılar:
YanıtlaSil“Bir gün kardeşim Arjantin’de bizim doğduğumuz kasabaya yakın yerde yaşayan bir adamın benimle görüşmek için çok çabaladığını ve yardımcı olmamı istedim."
yıl 2017. 2007'de olduğu gibi inatla her tarayıcıyı açışımda acetoya tıklıyorum. arada sırada bunun gibi nefis yazılarla karşılaşır mıyım acep diye. sağolsun sen de yüzümüzü kara çıkarmıyosun ağabey :) eline sağlık
YanıtlaSilbu blogun zirve yaptığı, günde 3-4 postlu günleri özledim. ne ülke bu durumdaydı, ne futbol ne de sanırım hayatlarımız. ramon'u bile özledim yemin ederim ya
Çok güzel yazılar yazıyorsunuz. Üç dileğim olsa... Peter Pan gibi uçmak, Neşet Ertaş gibi bağlama çalmak ve sizin kadar iyi yazılar yazmak isterdim...
YanıtlaSil