Yirmi yıl
önce Newcastle United kulübü, Ajax’a bir antrenörünü yolluyor üç günlüğüne. Antrenör
alt yapıyı inceleyecek ve yıldız oyuncuların nasıl yetiştiğini yönetimine
raporlayacak. İlk gün alt yapının başında olan Ten Cate’ye “Hollanda’dan nasıl
bu kadar çok yetenekli oyuncu yetişt?” diye soruyor. Ten Cate “İnan bana bu kek
tarifi olsa sana verirdim ama maalesef değil” diyor. Evet, o Hollanda 3 Dünya
Kupası finali oynadı, hiç kazanamadı, Ajax’ın Avrupa zaferlerini görenler artık
emekli ama bu yüksek tepeleri olmayan ülke futbol dünyasında her zaman en üst
sıralarda. Hollanda’dan daha da yukarıda, en tepedekinin sırrını öğrenmek için
Düsseldorf uçağındayım. Birinci ve ikinci ligin yönetiminden ise profesyonel
kadrolardan kurulu bir organizasyona sahip olan Bundesliga şirketi, “Nasıl
başardıklarını anlatmak” için davet etti. Türkiye’yi temsilen katıldığım iki
günlük organizasyonda Almanya Süper Kupa finali öncesinde, bize çocukluğumuzun
diliyle söyleyeyim: “Hava attılar”. Haklılar da, Şampiyonlar Ligi’nde finallere Bayern Münih
ambargo koydu, bir önceki yıl iki Alman takımı Londra’da finali oynadı,
Bundesliga, tüm dünyada tribünlerin en dolu olduğu futbol ligi. Yılda 7 milyon
decoder satıyorlar, 2.5 milyar avrodan fazla bir gelir elde eden Bundesliga,
birinci ve ikinci ligde oynayan takımlara milyonlar yağdırıyor. Bu sayede
kulüpler de bizde olduğu gibi uçuk fiyatlarla kombine satmıyor, maç biletleri
ülkenin yaşam standartında çok ucuz kalıyor ve 12 avroya bilet bulabiliyorsunuz
gişede. Hikayenin sonunda Brezilya’ya yedi gol atıp, finalde de Arjantin’i
devirip Dünya Kupası’nı kaldıran Alman Milli Takımı.
Ortada bir
başarı varsa bunu dünyaya iyi anlatmak lazım. Galiba bundan daha iyi marka ve
ülke tanıtımı olamaz. Kopyalanmaktan çekinmiyorlar, Almanlar “Siz yapamazsınız”
demiyor, “Biz yaptık, siz de deneyin” diye meydan okuyorlar. Euro 2000’de
yaşanan fiyaskonun ardından Alman Milli Takımı eve döndüğünde geçmişte milli
formayı giymiş teknik adamlar “Böyle gitmez” diyorlar. Oysaki o dönemde Bayern
Münih de, Borussia Dortmund da yine Şampiyonlar Ligi’nin finallerinde geziyorlar.
Kulüp takımlarının başarısı eski futbolcular için yeterli değil. Onlar, milli
takımda bir reform istiyorlar ve futbol akademileri kuruluyor. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra sıfırdan bir ülke kuranların oğulları, torunları oldukları
için de doğrusu fazla zorlanmıyorlar.
Örneğin Mesut Özil’in yetiştiği Schalke 04’ün akademesinde 10 alt yapı
takımı var ve 180 genç yetişiyor, 36 teknik adam görev yapıyor ve her akademide
olduğu gibi burada da birinci şart, lise eğitimini mutlaka tamamlamak. 9-11 yaş grubunda çocuklar taktikle
yüzleşmiyor, tek istenen futbol topunu sevmeleri,13-15 yaşında temel alt yapı
eğitimi alıyorlar ve Almanlar için bir çocuk 15 yaşına geldiğinde futbolcu olup
olmayacağı sadece sahadaki yeteneği değil sosyal yaşamındaki dengeleriyle de
belli oluyor... Ligdeki yaş ortamalasını 5 yıllık vadede 27.1’den 25’e düşüren
Almanlar yaşlı bir nüfusa sahip ama devletin spor politikası aile kavramının
üzerine kurulmuş durumda. Size ne
anlatırlarsa anlatsınlar, söz her seferinde ailelere, ailelerin ortak sosyal
yaşamlarına ve spor yapan çocuklara geliyor.
Borussia
Dortmund’un artık kült olan güney kale arkası tribünü nam-ı diğer Sarı Duvar’da
binlerce ilkokul çağındaki çocuk var. Bundesliga yönetimi işte tam da bu yüzden
çocuklar babalarının omuzlarında maça gelebilsinler diye Cumartesi-Pazar
günleri maçları gün ışığında oynatıyor ve akşamların reyting kavgasına
girmiyor. B.Dortmund’un yeni açılan iki
katlı devasa taraftar merkezinde forma da alabiliyorsunuz çim biçme makinesi
de, plaj havlusu da, biberon da.
80 bin
taraftarın izlediği Almanya Süper Kupası finalinin ardından telefonumu
açıyorum, ekranda “Türk sporunun acı kaybı” yazıyor, tıklıyorum; Süleyman
Seba’nın ölüm haberiyle yüzleşiyorum. Dönüş uçağında aklımda iki şey var:
Almanya’nın yaptıkları aslında zor değil. Önemli olan başlamak. İkincisi,
Süleyman Seba. Onun gibi itibarı servetinden büyük başkanlar için başlamamız
lazım. Almanlar yenilince biz de yenildiysek; bir kez olsun onlar gibi biz de
kazanalım diye...
Mükemmel son paragraf...elinize sağlık...
YanıtlaSilelinize sağlık.. çok güzel bir yazı.. her şey elimizdeyken hiç bir şey yapamamak ne kötü.. refah düzeyi en büyük etken tabii ki
YanıtlaSil