9 Şubat 2014
Messi Arda Barcelona
Ürkek adımlarla çıkıyor sahneye. Kim olduğunu bilmesen, üniversitenin mezuniyet töreninde ödülünü almaya gelen fakülte birincisi sanırsın. En büyük rakibi gibi reklamlardan fırlamış manken havası yok, ne jöle sürüyor saçlarına ne de pahalı yüzükler ve saatler takıyor. Sponsoru Adidas'ın bir sweatshirt'ü var üzerinde, altında beyaz bir tişört, herkesin giydiği kot pantalon ve spor ayakkabılar. Sokağın kirinin bulaştığı ayakkabılar. Yüksek duvarlarla çevrili villasından çıkıp garajdaki arabasına binip, geldiği otelin garajında inse kenarları böyle kirli olmaz o spor ayakkabılar. Demek ki o da şehirde yürüyor. O da bu dünyadan. Oysaki onu ve eşsiz yeteneğini tarif etmenin en kolay yolu "O, bu dünyadan değil" demek. Onlarca kamera ve fotoğraf makinesinin flaşı altında gözlerini kısıyor. Flört etmek istediği kızın yüzüne söylemek yerine Facebook hesabından "Merhaba ben Lionel, karşı sınıftan, beni hatırladın mı?" diye soracak kadar utangaç bakıyor dünyanın dört bir tarafından gelmiş gazetecilere.
Ufak tefek. "AS 900 kamyon kalıplı defans oyuncularının omuz darbesi ve tekmesine nasıl yenik düşmüyor bu kalıbıyla?" diye sorası geliyor insan her baktığında. Her delikten çıkan Pele'nin kendisi için imzaladığı formayı gösterdiği, selam yolladığı videoyu izlerken de muzip. Belli ki o da Pele'den hazetmiyor. Zaten bir Arjantinli, Maradona varken neden Pele'yi sevsin ki? "Tek hayalim var. Dünya Kupası'nı kazanmak" diyor. Tek hayali olduğunu duyunca insan garipsiyor biraz, "Sadece bir mi?" diye sorası geliyor ama adam haklı. Kazanılabilecek her şeyi kazanmış, kulüp formasıyla bütün kupaları kaldırmış, tek başına alabileceği bütün ödülleri almış ve daha kariyerinin ortasında. Bir ülke ondan Dünya Kupası istiyor, üstelik Brezilya'da oynanacak bir finalin kupasını istiyor. Temkinli... "İyi bir takımız" diyor ama tedirgin. Çok sert rakipler olduğunu o da biliyor ama söylemiyor. Gillette reklamında beraber oynadığı tenisin efendisi Roger Federer'in video-mesajını ise büyük bir hayranlıkla izliyor. Pele'ye baktığı gibi bakmıyor Federer'e... Şampiyon, şampiyonun halinden anlar. Onun evi Camp Nou. O stadyumda, onun gol attığı 106 maçta takımı 99 galibiyet almış, yedi kez berabere kalmış ama düne kadar... Bir gün önce penaltıdan golünü attığı ama takımının mağlubiyetini önleyememiş olmanın mahcubiyeti var yüzünde. "Dün kaybettik. Bugün çok zor bir gün benim için" diyor.
100 rengin fışkırdığı, bohça gibi sayfaların olduğu dergileri kimse okumuyor artık oralarda. Şimdi özenle çekilmiş fotoğrafların hiç çekinmeden bir sayfaya yayıldığı az ama öz sözün olduğu röportajların yer aldığı, içinden meşin yuvarlak geçen makalelerin her kelimesinin özenle seçildiği dergiler var kitapçı- gazete bayi raflarında. Madrid'in fiyakalı adamı yine eski kafa dergilerden birinin kapağında ama bu sezon şampiyonluk yarışında bu şehrin takımına kafa tutan öteki Madrid'linin sakallı yıldızı en derin bakışıyla Libero dergisinin kapağında. Rafta adı kendisi kadar güzel Panenka dergisinin kapağındaki tecrübeli ağabey Xavi ile komşular. Boqueria, şehrin göbeğinde artık kült olmuş balık pazarı. Quim de 10 metrekare yerde üç Michelin yıldızlı şeflere taş çıkaran yemekler hazırlıyor toplam sekiz taburesi olan dükkanında ve "El Turco, büyük yetenek, yıllardır öylesi gelmedi Atletico Madrid'e ama en iyi her zaman bizde. Messi gibisi yok. Bugün de Valencia'yı rahat yeneriz" diyor.
Messi dediği, ayakkabılarının kenarına sokak değmiş çocuk işte. Camp Nou büyük, çok büyük. Televizyonda görsen "Stad boş" dersin ama 60 bin taraftar var tribünde. Ülkeyi 44 yıl aradan sonra Avrupa Şampiyonu yapmış teknik adam, maçın sabahında göçüp gitmiş bu dünyadan. Bizim "Dede", "Huysuz İhtiyar" dediğimiz, onlar içinse "Futbol dahisi" Luis Aragones... Saygı duruşunun da kıtada farklı tezahürleri var. İngilizler alkışlarla uğurluyor. Biz, Fransızlar gibi sessiz kalmaya çalışıyoruz ama bir türlü beceremiyoruz. Lakin İspanyollar, ölenle bir kez daha öldüren, yürek yakan bir müzik eşliğinde veda ediyorlar stadyumlarda yitip gidenlere. Katalanlar'ın topraklarında bir Madrid efendisinin vedası için müziği ve vedayı kısa tutuyorlar sanki... Sonra ilk düdük ve 60 bin insanın hep birlikte "Tıp" demişçesine sessizliği. Rakip Valencia, zor maç ama Camp Nou'nun tribünlerinde kale arkasındaki yüz genç dışında tezahürat yapan yok. Bir Federer-Nadal finalinde servis atıldığında ne kadar sessizse o kadar sessiz Camp Nou. Usta gazeteci Guillem Balague bir futbol arenasının bir tiyatro salonuna dönüşünü sorduğumuzda "Sizdekiyle bizdeki tribünlerin farkı, burada insanlar stadyuma futbolcuların kendilerini mutlu etmesi için gelirler. Sizde ise siz tribüne tezahüratlarla futbolcuları mutlu etmeye gidersiniz" diyor. Doğrusu bu cevap beni tatmin etmiyor. Bizdeki gibi tezahürat olsa, onlar gibi bizim futbolcular futbol oynasa. Ortasını bulsak, iki taraf da mutlu olsa... Olsa, olsa da; olmadık şeyler oluyor maçta. Utangaç çocuğun takımı öne geçtiği maçta iki kez kez yenik duruma düşüyor, kalesinde üç gol görüyor ve sahayı ıslıklarla terk ediyorlar. Tribün boşalırken, coğrafya hiç fark etmiyor. Herkes teknik direktör. "Iniesta neden 11'de değildi? Pique ile Mascherano gece uyumamışlar, gündüz maçına daha uyanamamışlar, Tata bu takımı iyi çalıştırmıyor, Fabregas'ı rakip kaleye daha yakın oynatması lazım." Ne dersen de, üç puan gitmiş işte... Libero'nun kapağındaki 'Sakallı Türk', Arda Turan'ın takımı Atletico Madrid ertesi gün 4-0 kazanıp 18 yıl sonra ilk kez liderlik koltuğuna oturuyor. Barcelonalı'ya, Woody Allen'in filmindeki (Vicky Cristina Barcelona) kadar güzel görünmüyor ertesi sabah Barcelona... Camp Nou'da takım kaybedince sanki biraz Alejandro Gonzalez Inarritu'nun Biutiful'unun havası var bu şehirde...
Bu maça mı gittinix?? Çünkü bende bu maçtaydım. Şansa gittiğim maçta yıllar sonra Barcelona kendi evinde yenildi :)
YanıtlaSilbende benim yüzümden yenildi sanıyordum meğer değilmiş :)
YanıtlaSil