Kıta dışı sermayenin
girdiği Avrupa kulüplerinde, bir zaman sonra Çin’de ardından onu takip eden
Suudi Arabistan ve Katar’da forma giyen futbolcuların geldikleri kulüplere
karşı vefalı olmaları beklemek ve sadakatı sorgulamak artık çok masum bir
eylem. Kalmadı öyle futbolcular demiyorum çünkü su akıyor ve yolunu buluyor.
Yetiştiği kulüpte kaptanlığa yükselen, çeyrek asır geçiren, kramponlarını da
doğduğu yerde asan futbolcu bulmak zor artık. Kazandıklarının 3-5 ve hatta 10
katını teklif ediyorlar uzaklardan. 30’unu geçmiş futbolcular da ailemin
geleceğini düşünüyorum diyerek elbette evet diyor bu akıllara ziyan
kontratlara. Iniesta, Barça’da 3 yıl daha kalabilir ama sezonun büyük bölümünü
yedek kulübesinde geçirip hiç de azımsanmayacak yıllık ücretiyle yerleşik düzeninden
vazgeçmeyebilirdi. Para kadar yedek kulübesinde oturmak fikrine de karşı
çıktığı için Japonya’ya göç etti.
Marchisio, Juventus kulübünde çocuk
yaştan itibaren 25 yılını geçirdi. 32 yaşında ve kendisine yeni kontrat
verilmediği için şimdi Instagram’da “Buongiorno” yerine “Bonjour” (Günaydın)
diyerek Fransa’ya gideceğinin sinyalini veriyor. Totti, Real Madrid’e, Maldini,
Manchester United’a gidebilirdi, gitmediler. Raul ve Guti, Real Madrid’de
futbolu bırakabilirdi, hak etmişlerdi ama biri Schalke 04’ün diğeri ise
Beşiktaş’ın yolunu tuttu. Del Piero, Juventus’a rakip olmak istemediğinden
dünyanın öbür ucunu Avustralya’ya futbol oynamaya gitmişti. Kimse Buffon’un
Juventus kariyeri bittiğinde bir Avrupa büyüğünde forma giyeceğine inanmıyordu,
o artık Paris Saint Germain’in kalecisi…
İtalyan
futbolunun klişelerinden biridir. Transfer döneminde futbolcunun ağzından laf
almaya çalışan gazeteciler kuşaklar boyu futbolcular aynı cevabı verdiler: “Kim
bilir?” Gerçekten de futbol dünyası bilinmezlerle dolu. Bir futbolcudan milyon
Euroların uçuştuğu bir ortamda çocukken tuttuğu takımın formasını giymesini
beklemek ve bunun için fedekarlık yapmasını istemek de büyük haksızlık. Oysa ki
hepimiz bırakın bir futbol kulübünün alt yapısında oynamayı, mahalle arasında
iki taş bir kale maç yaparken bile yeni Rıdvan, Metin, Feyyaz, Tanju, Hami’ler
değil miydik…
Bu yüzden Paris’in 10 km.
uzağında doğan gurbetçi bir ailenin oğlu Emre Akbaba’nın taraftarı olduğu takım
Galatasaray’da forma giymeyi hayal etmesi ve transfer sürecinde bu konudaki
ısrarıyla belirleyici rol çizmesi, hepimize bir eski zaman hikayesi gibi
geliyor. Sanki böyle futbolcular o eski stadyumların futbolcusuymuş gibi, sanki
Emre Akbaba ilk maçına Türk Telekom Stadyumu’nda değil de Ali Sami Yen’de çıkacakmış
ve çıkmış gibi…
Emre
Akbaba’nın Alanya’dan Galatasaray’a yolculuğunda geçen hafta yaşananlar ise
Türk futbolu ve spor medyası için bir turnusol kağıdı. Galatasaray’da Mustafa
Cengiz’in başkan olmasıyla başlayan ezeli rakipler için nazik dil ve özenle seçilmiş
cümlelere Fenerbahçe’nin yeni başkanı Ali Koç eşlik etmişken Emre transferinde
zamana ve tembelliklerine yenilmiş kendini yenileyememiş tribüne oynamakla
gazetecilikl yapılacağına inananların ezeli rekabette savaş baltalarını
topraktan çıkarması tesadüf değildi. Bir transferde hikaye basittir aslında.
Futbolcunun bonservisini elinde tutan kulüp, talip olan bir ya da birden fazla
kulüp ve oyuncunun oynamak istediği kulüp.
Bir kadronun analizini yapıp
Fenerbahçe, Emre Akbaba’ya belki de Giuliano’yu satmak üzeredir, koskoca camia
Alanya’nın daha fazla kazanması adına adını böyle bir açık arttırmaya sokmaz
demenin taraftar-muhabir/ yorumcu cephesinde bir reytingi yok elbette. Oysa ki
Fenerbahçe, Giuliano için gelen teklifi cebine koymuş ve Alanya’nın kapısını
çalmıştır. İşte burada futbolcu son sözü söyler. Kimileri daha yüksek bir
kontrat için hayalindeki takımda oynamaktan vazgeçer, kimi de önce hayallerim
sonra para der… Emre Akbaba da muhtemelen ilkokul çağında Galatasaray’ın UEFA
Kupası’nın aldığı yılda mutluluktan havaya uçan binlerce gurbetçinin evladı
gibi seçmiş Galatasaray’ı…
Hikayenin sonunda futbolu yorumlayanların
kendilerine sorması gereken bir soru var: Profesyonel bir futbolcu amatör
kalbinin sesini dinlerken itiraz eden sizler amatör kalbinizle bir taraftar
gibi yorumladığınız kulüpleriniz için oyuna hiç profesyonel baktınız mı?
Harbiden siz X, Y takımın yorumcusu olmanın evrensel bir kartvizit olduğunu mu
sanıyorsunuz?