21 Eylül 2017
Bir Röportajın Organik Kareleri
Röportaj fotoğraflarında poz vermek yerine röportaj sırasında çekilen karelerin doğallığı... Ağlatan-güldüren-kızdıran sorular
(Raul Tamudo/Jot Down Magazin)
20 Eylül 2017
6 Ligde 2016-2017 Sezonu
Stadyum Doluluk Oranları
Süper Lig’de stadyumlar neden boş? Kulüpler ne kadar
sorumlu? İspanya’daki uygulama belki Türk futbolu için örnek olur
La Liga yönetimi, tv yayın hakları sözleşmesi gereği
stadyumunun yüzde 70’ini dolduramayan kulüplere para cezası veriyor.
TV yayınında geniş planda kameraların gördüğü tüm
tribünlerde –yağmur, kar, fırtına hariç- taraftar sayısını La Liga her hafta
kontrol ediyor.
Celta Vigo, 29 bin kapasiteli Balaidos’ta Sociedad ve Alaves
maçlarında yüzde 70’in altında kaldı. Yüzde 50’nin altında kaldığında ceza
ikiye katlanıyor.
Bir ceza daha yememek için Celta Vigo, Getafe maçının biletlerini kale arkaları için 15 Euro
(25 yaş altı: 10) ve iki tribünü 40 Euro yaptı.
19 Eylül 2017
17 Eylül 2017
İki Dürüm Biri Adana Biri Şiş
Türk
futbolunun temel problemleri ne Milli Takım, Ukrayna’ya mağlup olduğunda arttı
ne de Hırvatistan’ı mağlup ettikten sonra yok olup gitti. Yerli futbolcuların
oynadıkça milli takımın başarılı olacağı tezi dünyada çürüyeli çok oldu. Yazı
geride bırakıp güze girerken şiddetli yabancı yasağı tartışmaları dinerken bir
X raporu almanın vaktidir. Başarısız olduklarında yabancı sınırlaması getiren
ve sonuç elde edemeyen İtalyanlar, 2006’da Dünya Kupası’nın aldıklarında
ligleri yabancı futbolcu kaynıyordu. İspanyollar 2008’e kadar 44 yıl kupa
hasreti çekerken Avrupa Birliği kurulmadan önce üç yabancı kuralıyla
götürdükleri ligden kupa kaldıran bir milli takım çıkaramadılar. 98 ve 2000’de
kupa kazanan Fransa, federasyonun tesisleri Clairefontaine’de yetişen yeteneklerle
sonuca gittiler. 2000’de dibe vuran Almanlar, sınırsız yabancıyla oynarken,
yetenekli bir tek 10 numaraları bile yokken, 15 yılda 3 milli takım çıkaracak
seviyeye geldiler. Sorunun yabancı futbolcu kontenjanında olmadığı ortada.
Pasaportlara bakmadan, yerli yabancı diye ayırmadan, futbolcuları çok yetenekli
ve vasat, profesyonel yaşamın kurallarına uyan ya da kendine ihanet edenler
olarak ayırsa aslında işin içinden çıkacağız… Gelin Türk futbolcusunun temel
problemlerine isimlere takılmadan bir göz atalım… “Ben iyi çalışıyorum, doğru
besleniyorum, kariyerime saygım var” diyenler alınmasın ama işte bazı
gerçekler:
Yıllarca
“Bizim futbolcularımız çok teknik adam fizik olarak Avrupalıların gerisinde”
bahanesiyle şerefli mağlubiyetler yaşadığımız yıllar çok geride kaldı. İçi boş
sahte bir klişeydi bu. Bugünün gençliği Avrupa Ligleri’nden haftada 20-30 maç
seyrederken kimseye beş metreye düzgün pas atamayan futbolcuları teknik diye
sunamazsınız. Zaten yetenek bu oyunda çok şeydir ama her şey midir ki! Bizim
futbolcularımız maalesef idman sevmez. Avrupalı bazı teknik adamların
geldiklerinin ikinci ayında yaptırdıkları antrenmanlarla pestili çıkanlar
isyanı patlatırlar. İdmanda çok yoruluyorlardır! 90 dakikada 110 km’nin üstünde
koşması gereken bir takımın idmanda yapması gereken elbette laubali bir çift
kale maç değildir. Salonda kondisyon çalışılır, sahada çabukluk idmanı yapılır,
yapılır da yapılır. Günde iki idmanı ağır bulurlar. Kazanılan paralar helali
hoş olsun da hayatta kim günde iki saat çalışarak yaptığı işte zirveye çıkar
ki! Maç temposunda idman yapılmaz, ağır idman yaptıran teknik adam yönetime
şikayet edilir…
Saat
17:00’de başlayan antrenmana 16.45’te spor arabasından inip çıkan futbolcu,
Avrupa arenasında rakiplerinin hızına yetişemeyeceğini bilir ama idmandan iki
saat önce gelip fitness salonunda çalışması gerektiğini unutur. İdman bitiminde
en yakın AVM’de soluğu almak yerine açma-germe çalışması yapıp adalelerinde
laktik asidi atması gerektiğini de bilir de yine unutur. Bunu yapmadığında ne
olur? Gelsin adale yırtıkları, çekmeleri…
Haftada üç
maç oynayan futbolcunun günde uyku uyuduğu saat de, yediği içtiği de önemlidir.
Bakın nargile içenleri hiç hatırlatmak istemiyorum ama bu ağır tempo içinde
sabah idmanına gecenin üçünde yatıp gelen futbolcudan takımına değil önce
kendisine hayır gelmez. Futbol ve bilimsellik artık iç içeyken, oyuncunun
tesislerde doğru beslenmesi için uzmanlar görev yaparken, evdeki buzdolabında
ne olduğunu elbette kimse bilemez, ya da gecenin vakti aranan dürümcünün getirdiklerini…
Kendini
ifade etmek, kendini anlatmak, kendini savunmak birikim gerektirir. “Spor
sayfalarını okumuyorum, futbol programlarını izlemiyorum” demekle işin içinden
çıkılmaz. Basın toplantılarında ya da maçın ardından röportajlarda onca
eleştiriye karşılık düzgün bir cümle kuramayan ve kendini taraftarına
anlatamayan futbolcu sahadan önce hayatta yenilmeye mahkumdur…
Futbolda
rakibin varlığını unutan ve “Çıkar oynarız” diyen futbolcuya günümüz futbolunda
yer yokken, “Bu hafta oynayacağımız rakibi teknik direktörümüz iki saat
videolarla anlattı, çok sıkıldık” diyen futbolcu, modern futbolun 90 dakikalık
bir satranç olduğundan da habersizdir… Bu oyun yetenek kadar taktik de
gerektirirken “Video-analiz izlemeyi sevmiyorum” diyeni futbol da sevmez…
Tugay
Kerimoğlu, bir zamanlar yıldız oyuncuların futbolu bıraktığı 29 yaşında,
bavulunu toplayıp oyunun doğduğu topraklarda, İngiltere Premier Lig’de 10 yıl
forma giyip efsane olduysa ve bazı futbolcularımız onun yaptıklarını örnek
almak yerine, gece yarısı gelen dürümlerin ikincisinden büyük bir ısırık
alıyorsa; sorun, yabancı futbolcular değil; kendine, kariyerine yabancı
olanlardır… Her Türk futbolcusunun kendisini tanıması ve her şeyden öte
kendisiyle barışık olması dileğiyle, iyi pazarlar…