Daum'un onbirinine 4-6-0 diyen de var, ben 4-4-1-1'i tercih ediyorum. Güiza'nın son dakika sakatlığıyla zaten beklenen onbiri sahaya sürdü Alman. Beşiktaş'ın şampiyonluk yarışında "ben de varım" diyebilmesi için mutlak kazanması gerektiği derbi öncesinde Kazım'ın o gereksiz, lümpen tweetinin motivasyonuna hiç ihtiyacı yoktu zaten. Yetenekli, süperstar, takımını sırtlayan futbolcuların kaprisleri hatta bazen şımarıklıkları çekilebilir ama Kazım bunların hiçbiri değil. Kim onun kulağına "sen büyük futbolcusun" diye fısıldamış bilmiyorum ama Aziz Yıldırım'ın bu hafta tornasından geçeceğine eminim.
Beşiktaş iyi başladı maça. Serdar Özkan klasiğini yapmasa, boş topu içeri atsa ilk 15'te zorlaşırdı Fenerbahçe için hayat. 25 sonrasında dengeledi oyunu deplasman ekibi. Bunda iki tarafından oyunu süratli oynamak yerine set oyunu tercih etmesinin payı büyüktü. Beşiktaş topa hız verdiğinde rakibine nasıl sıkıntı verdiğinin farkındaydı ama bunu beceremediler. Andre Santos, Carlos'a bakıp ben nasıl futbolcuyum diye düşünmesi lazım. Alex'in saha içindeki yokluğu hiç önemli değil, çıkar bir son vuruş yapar işi bitirir. Devrenin sonunda frikiği direkten dönmese başka maç olurdu tabii. Galatasaray maçındaki Kazım hamlesi Beşiktaş'a işlemedi. Sivok-Ferrari ve Ernst üçgeni arasında Kazım ve Alex eriyip gitti. Beraberliğe gelen Fenerbahçe, yerse Beşiktaş gibi sağlam savunma karşısında maçı nasıl döndürebileceğini düşünmedi bile. Akıllarda 0-0 vardı. Onu da İbrahim'in aslında sağ ayağıyla çok zorladığı ortasının Fink ile buluşması bozdu. Gol öncesinde Emre'nin sakatlığıyla zaten bozulan Fenerbahçe'nin ipini Bobo çok erken çekince derbi orada bitti.
Kazım'ın oyundan atılmasıyla da fark imkanı doğdu ki; 3. golü ofsayt Beşiktaş'ın. Denizli'nin ikiyi bulduktan sonra Uğur hamlesi takımı önce çok geri itti, Tabata, Yusuf'un yerine girse daha hızlı geçerlerdi orta sahayı. Daum'un Emre çıkmışken; kenarda Deniz ve Selçuk varken Santos'u göbeği çekmesine anlam veremedim. Ardından Semih değişikliği de Semih'e ayıp etmektir tabela o haldeyken. Kazanmayı aklından geçirmeyen kaybetti, beraberliği Daum sayesinde santra düdüğünde cebine koyup, İnönü tribünlerini de arkasına alan Beşiktaş ise bu 3 puanla şampiyonluk yarışına dahil oldu. Maçın adamı içine Evra kaçmış (!) İbrahim Üzülmez'dir.
Ve gecenin sorusu: 3 İstanbul derbisinin de kazananın 3 gol attığı başka bir sezon var mı?
21 Kasım 2009
Sakızlı Muhallebi
Sene 1993 ya da 1994 olmalı. Galatasaray basketbol takımının başında Aydan Siyavuş var. Kadro iyi ama bir türlü doğru kimya tutturamıyorlar, yabancıların biri gelip, biri gidiyor. Ligin ilk yarısında Fenerbahçe’yi yenerek taraftarlarını umutlandıran ve üst sıralara tutunabileceği mesajını veren Sarı-Kırmızılılar, ikinci yarıyla birlikte orta sıralarda yer alan Yıldırımspor ve Oyak Renault gibi takımlar önünde yenilgiye uğrayarak, serbest düşüşe geçiyor. Ve bu şartlar altında, Fenerbahçe ile oynanacak rövanş gelip çatıyor. Siyavuş, yakın çevresine “Bu maçı da kaybedersek beni kovarlar” diye fısıldıyor.
Fenerbahçe maçı kaybediliyor. Hem de çok farklı… Maçtan sonraki Pazartesi günü şubenin yöneticisi Faruk Süren, koç Siyavuş’a telefon ediyor: “Öğleden sonra benim ofisime bir uğrasana.”
Emektar antrenör, karısına, dostlarına durumu anlatıyor, “Buraya kadarmış” diyor ve Süren’in Fındıklı’daki ofisinin yolunu tutuyor. Tahmininin aksine, güleryüzle karşılıyor onu Süren… Dereden tepeden konuşuyorlar, laf bir türlü basketbola ve takımın durumuna gelmiyor. Sonunda Siyavuş, ayağa kalkıyor: “Faruk Bey, ben izninizi istemek durumundayım, Florya’ya, antrenmana yetişmem lazım.”
Süren sekreterini çağırıyor ve “Hani Aydan Beye bir şey ayırmıştık, onu getirsene buzdolabından kızım” diyor. Siyavuş şaşkın, tecrübeli yönetici geniş bir gülümsemeyle açıklıyor: “Geçen gün sakızlı muhallebi getirmişler, çok güzeldi. Yerken senin de kulaklarını çınlattık. Baban çok severdi, sen de seversin diye düşündüm ve bir tane ayırdım.”
Rahmetli Siyavuş bu öyküyü anlatırken, oracıkta telaşla kaşıkladığı sakızlı muhallebiden hiçbir tat alamadığını, o gün yaşadığının, gerçek bir sevgi gösterisi mi, yoksa Süren’e özgü ilginç bir uyarı biçimi mi olduğunu, asla anlayamadığını söylemişti.Muhtemelen aynı Süren, 1996 yılında Fatih Terim yönetimindeki futbol takımı sezona kötü girip, Fenerbahçe’ye 4-0 mağlup olduğunda da teknik direktörüyle karşılıklı oturup birer tatlı yemiştir. Sonraki dört yılda neler olduğunu hepiniz biliyorsunuz.
Galatasaray böyle bir kulüptü bir zamanlar…
Çok değil, sadece 15 yılı geride bıraktık ve yönetici profili bir anda değişti. Bugün devre arasında bayan basketbol takımının soyunma odasına inip, “Bu maçı alamazsanız…” diye başladığı cümleyi sinkaflarla bitirenler, protokol tribününden kendi sporcusuna sövenler oturuyor o koltuklarda…
Koray Mincinozlu ve Okan Çevik’i yıllardır tanırım. Spor kültürünü de, hayat bilgisini de Mektebi Sultani’de edinmiş, zeki ve iyi eğitimli adamlardır. Neyin ne olduğunu, nereye varacağını gayet iyi hesaplayacak analiz yeteneğine sahiptir ikisi de… Cemal Nalga olayında başvurulan cinliklerin, hinoğluhinliklerin aslında kimseye bir şey kazandırmadığını, bunun mankafalıktan başka bir şey olmadığını sizin, benim kadar bilirler.
Ortada bir akıl tutulması olduğu kesin…
Ama bir de şöyle düşünün: Hazırlık maçlarındaki yenilgilerden sonra bile işinizden olabileceğinizi düşünecek kadar baskı altındaysanız… Oyuncularınızın uluorta küfür yemesini istemiyorsanız… Başkalarının önünde hakaret işitmek, bu yaştan sonra ağırınıza gidiyorsa… Ve her şeye rağmen, hayatın merhametsiz mengenesi sizi avucuna almışsa… Çoluk çocuk varsa ve evde ekmek bekliyorsa…
Aklınız tutulabilir.
Bunun nasıl bir şey olduğunu en iyi bilen kişi Murat Özyer’dir.
Tıpkı Okan Çevik gibi aynı sıralardan yetişmiş olan, Galatasaray basketbol takımı koçluğundaki ikinci yılında takıma Avrupa’da yarı final oynattıktan sonra başarısız sayılan ve yerine antrenör aranan, bulunamayınca “Sen bizim evladımızsın” ayağıyla yine takımın başına geçirilen, ardından, o sezonun ortasında fol yok, yumurta yokken, son derece saygısızca kapının önüne koyuverilen Murat Özyer…
Profesyonelleri akıl tutulmasının eşiğine getiren hoyratlık ve baskı ile onları kupalara götüren özgür ortam arasında dağlar yok aslında…
Yalnızca bir kase sakızlı muhallebi var.
YİĞİTER ULUĞ
Fenerbahçe maçı kaybediliyor. Hem de çok farklı… Maçtan sonraki Pazartesi günü şubenin yöneticisi Faruk Süren, koç Siyavuş’a telefon ediyor: “Öğleden sonra benim ofisime bir uğrasana.”
Emektar antrenör, karısına, dostlarına durumu anlatıyor, “Buraya kadarmış” diyor ve Süren’in Fındıklı’daki ofisinin yolunu tutuyor. Tahmininin aksine, güleryüzle karşılıyor onu Süren… Dereden tepeden konuşuyorlar, laf bir türlü basketbola ve takımın durumuna gelmiyor. Sonunda Siyavuş, ayağa kalkıyor: “Faruk Bey, ben izninizi istemek durumundayım, Florya’ya, antrenmana yetişmem lazım.”
Süren sekreterini çağırıyor ve “Hani Aydan Beye bir şey ayırmıştık, onu getirsene buzdolabından kızım” diyor. Siyavuş şaşkın, tecrübeli yönetici geniş bir gülümsemeyle açıklıyor: “Geçen gün sakızlı muhallebi getirmişler, çok güzeldi. Yerken senin de kulaklarını çınlattık. Baban çok severdi, sen de seversin diye düşündüm ve bir tane ayırdım.”
Rahmetli Siyavuş bu öyküyü anlatırken, oracıkta telaşla kaşıkladığı sakızlı muhallebiden hiçbir tat alamadığını, o gün yaşadığının, gerçek bir sevgi gösterisi mi, yoksa Süren’e özgü ilginç bir uyarı biçimi mi olduğunu, asla anlayamadığını söylemişti.Muhtemelen aynı Süren, 1996 yılında Fatih Terim yönetimindeki futbol takımı sezona kötü girip, Fenerbahçe’ye 4-0 mağlup olduğunda da teknik direktörüyle karşılıklı oturup birer tatlı yemiştir. Sonraki dört yılda neler olduğunu hepiniz biliyorsunuz.
Galatasaray böyle bir kulüptü bir zamanlar…
Çok değil, sadece 15 yılı geride bıraktık ve yönetici profili bir anda değişti. Bugün devre arasında bayan basketbol takımının soyunma odasına inip, “Bu maçı alamazsanız…” diye başladığı cümleyi sinkaflarla bitirenler, protokol tribününden kendi sporcusuna sövenler oturuyor o koltuklarda…
Koray Mincinozlu ve Okan Çevik’i yıllardır tanırım. Spor kültürünü de, hayat bilgisini de Mektebi Sultani’de edinmiş, zeki ve iyi eğitimli adamlardır. Neyin ne olduğunu, nereye varacağını gayet iyi hesaplayacak analiz yeteneğine sahiptir ikisi de… Cemal Nalga olayında başvurulan cinliklerin, hinoğluhinliklerin aslında kimseye bir şey kazandırmadığını, bunun mankafalıktan başka bir şey olmadığını sizin, benim kadar bilirler.
Ortada bir akıl tutulması olduğu kesin…
Ama bir de şöyle düşünün: Hazırlık maçlarındaki yenilgilerden sonra bile işinizden olabileceğinizi düşünecek kadar baskı altındaysanız… Oyuncularınızın uluorta küfür yemesini istemiyorsanız… Başkalarının önünde hakaret işitmek, bu yaştan sonra ağırınıza gidiyorsa… Ve her şeye rağmen, hayatın merhametsiz mengenesi sizi avucuna almışsa… Çoluk çocuk varsa ve evde ekmek bekliyorsa…
Aklınız tutulabilir.
Bunun nasıl bir şey olduğunu en iyi bilen kişi Murat Özyer’dir.
Tıpkı Okan Çevik gibi aynı sıralardan yetişmiş olan, Galatasaray basketbol takımı koçluğundaki ikinci yılında takıma Avrupa’da yarı final oynattıktan sonra başarısız sayılan ve yerine antrenör aranan, bulunamayınca “Sen bizim evladımızsın” ayağıyla yine takımın başına geçirilen, ardından, o sezonun ortasında fol yok, yumurta yokken, son derece saygısızca kapının önüne koyuverilen Murat Özyer…
Profesyonelleri akıl tutulmasının eşiğine getiren hoyratlık ve baskı ile onları kupalara götüren özgür ortam arasında dağlar yok aslında…
Yalnızca bir kase sakızlı muhallebi var.
YİĞİTER ULUĞ
20 Kasım 2009
Hafta Sonu Futbol
20 Kasım Cuma
22:00 Marsilya-Paris Saint Germain / Kanal A
21 Kasım Cumartesi
12:00 Rubin Kazan-Zenit / Spormax
12:00 Spartak Moskova-CSKA Moskova /
13:00 Orduspor-Kocaelispor / D Spor
14:45 Liverpool-Manchester City / Spormax
16:00 Gaziantepspor-Bursaspor / Lig TV
16:30 Friburg-Werder Bremen / TRT 3
17:00 Rangers-Kilmarnock / Euro Futbol
17:00 Chelsea-Wolves / Spormax
19:00 Bologna-İnter / NTV Spor
19:20 İpswich-Sheffield Wed. / Futbol Smart
19:30 Manchester United-Everton / Spormax
20:00 Grenoble-Lyon / Kanal A
20:00 Beşiktaş-Fenerbahçe / Lig TV
21:00 Real Madrid-Santander / NTV
21:45 Twente-Vitesse / Futbol Smart
22:00 Auxerre-Monaco / Kanal A
23:00 At.Bilbao-Barcelona / NTV Spor
22 Kasım Pazar
00:15 Sunderland-Arsenal / Spormax (BANT)
13:30 Konyaspor-Boluspor / D Spor
14:30 Dundee United-Celtic / Euro Futbol
15:30 Bolton-Blackburn / Spormax
15:30 Ajax-Heerenveen / Futbol Smart
16:00 Milan AC-Cagliari / NTV Spor
16:00 Kasımpaşa-Trabzonspor / Lig TV
16:30 Bayern Münih-Leverkusen / TRT 3
18:00 Saint Etienne-Lorient / Kanal A
18:00 Stoke-Portsmouth / Spormax
18:30 Hamburg-Bochum / TRT 3
20:00 Galatasaray-Manisaspor / Lig TV
21:00 Botafogo-Sao Paulo / Spormax
21:45 Juventus-Udinese / NTV Spor
22:00 Montpellier-Lille / Kanal A
22:00 Marsilya-Paris Saint Germain / Kanal A
21 Kasım Cumartesi
12:00 Rubin Kazan-Zenit / Spormax
12:00 Spartak Moskova-CSKA Moskova /
13:00 Orduspor-Kocaelispor / D Spor
14:45 Liverpool-Manchester City / Spormax
16:00 Gaziantepspor-Bursaspor / Lig TV
16:30 Friburg-Werder Bremen / TRT 3
17:00 Rangers-Kilmarnock / Euro Futbol
17:00 Chelsea-Wolves / Spormax
19:00 Bologna-İnter / NTV Spor
19:20 İpswich-Sheffield Wed. / Futbol Smart
19:30 Manchester United-Everton / Spormax
20:00 Grenoble-Lyon / Kanal A
20:00 Beşiktaş-Fenerbahçe / Lig TV
21:00 Real Madrid-Santander / NTV
21:45 Twente-Vitesse / Futbol Smart
22:00 Auxerre-Monaco / Kanal A
23:00 At.Bilbao-Barcelona / NTV Spor
22 Kasım Pazar
00:15 Sunderland-Arsenal / Spormax (BANT)
13:30 Konyaspor-Boluspor / D Spor
14:30 Dundee United-Celtic / Euro Futbol
15:30 Bolton-Blackburn / Spormax
15:30 Ajax-Heerenveen / Futbol Smart
16:00 Milan AC-Cagliari / NTV Spor
16:00 Kasımpaşa-Trabzonspor / Lig TV
16:30 Bayern Münih-Leverkusen / TRT 3
18:00 Saint Etienne-Lorient / Kanal A
18:00 Stoke-Portsmouth / Spormax
18:30 Hamburg-Bochum / TRT 3
20:00 Galatasaray-Manisaspor / Lig TV
21:00 Botafogo-Sao Paulo / Spormax
21:45 Juventus-Udinese / NTV Spor
22:00 Montpellier-Lille / Kanal A
19 Kasım 2009
2010 Dünya Kupası: Potlar
2010 Dünya Kupası finalleri grupları 4 Aralık tarihinde belli olacak. Kura çekimine bu potlarla girileceği söyleniyor. Potları İtalyan medyasından aldım onlar da muhtemel notu düşmüşler.
Pot 1: Güney Afrika,İtalya, Brezilya, İspanya, Hollanda, Almanya, Arjantin, İngiltere
Pot 2: Kamerun, Şili, Fildişi Sahili,Paraguay, Uruguay, Cezayir, Nijerya, Gana
Pot 3: Fransa, Portekiz, İsviçre, Yunanistan, Sırbistan, Danimarka, Slovakya, Slovenya
Pot 4: ABD, Meksika, Avustralya, Honduras, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Kuzey Kore
Bu da İspanyolların hesabına göre potlar:
Pot 1: Güney Afrika,İtalya, Brezilya, İspanya, Hollanda, Almanya, Arjantin, İngiltere
Pot 2: Kamerun, Şili, Fildişi Sahili,Paraguay, Uruguay, Cezayir, Nijerya, Gana
Pot 3: Fransa, Portekiz, İsviçre, Yunanistan, Sırbistan, Danimarka, Slovakya, Slovenya
Pot 4: ABD, Meksika, Avustralya, Honduras, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda, Kuzey Kore
Bu da İspanyolların hesabına göre potlar:
Henry ve Gallas
Topu eliyle taşıyıp pası veren ve İrlanda'ya golü atan aynı gün, aynı yıl doğdu, beraber aynı okula gittiler: Thiery Henry ve William Gallas. 17 Ağustos 1977 doğumlu iki futbolcu da. Peki Henry, Gallas'ın golü için ne dedi?
"El vardı ama ben hakem değilim. İki İrlandalının arkasındaydım, topu sekti, elimle temas etti ve golü attık. Önemli olan finallere gitmekti."
Fransa İçin 3 Manşet
Futbol Hırsızları
Play-off rövanşlarını 90 dakika izleyemedim. Ekrandan uzak olsan da futboldan kopamıyorsun. Henry'nin elle asist yaptığını öğrendim ve gelip izledim. Ardından Fransız basınına baktım. Evet elle attık diyorlar. Sonrası yok: Gittiler işte finallere. İrlanda'yı buraya getirebilecek teknik adam sayısı bir elin parmaklarıyla sınırlı dünya futbolunda. Onların en yaşlısı da işte bu adam. 70 yaşında. Giovanni Trapattoni. Allah uzun ömür versin ama onun belki de aktif teknik adam olarak görebileceği son Dünya Kupası finallerine gitme hayallerini bu gece Platini ve adamları çaldı. Bir alt postta bir başka spor dalındaki skandal var. Bu da onun kadar olmasa da saha ortasındaki bir hırsızlık. İnsanı spordan soğutuyor her ikisi de. Trapattoni televizyondan seyredecek finalleri. Fransızların 2002'deki gibi grupta rezil olmalarını diliyorum. Rusların güzelim yeni formalarını ve yetenekli topçularını göremeyeceğiz Haziran ayında. Kafaları yarılan Cezayirlilerin finallere gitmesine de ayrı sevindim. Fransa ile aynı grubu düşüp Platini'yi morartsalar keşke...
Galatasaray'a Format Atın
Bazen habere sen gitmezsin, haber sana gelir. Bugün de öyle oldu. Salsa Basket ile konuştuk, herşeyi anlattı. Ne oldu, nasıl oldu, kim peşinden gitti, kaynaklar bizde saklı. Ortada bir kulüp tarihinin en büyük rezaleti vardı. Twitter'a çıkarken iki not düştüm: "Galatasaray'da basketbol şubesinde çalışanların hepsi istifasını bugün versin." ve gelen bir soruya cevap olarak "Küme düşer Galatasaray. Bunun Cemal Nalga gibi basketbol garibi bir adam yüzünden olması ise ayrı bir hikaye." Saat 19:00'du. Arkadaşlarımla oturduğumuz restoranda sesi kısık televizyonun NTV Spor'da kalmasını rica ettik. Mehmet Helvacı ve Ahmet Dedehayır da yayına çıktığında sesi açtırdık. Aynı zamanda telefondan Galatasaray kulübünün resmi açıklamasını okudum.
En sonda söylenecek olanı en başta söyleyeyim. Bu rezaletin ardından Galatasaray kulübüne "restart" da yetmez... Kulübe format atmaları gerekiyor. Mesela tüm şubeleri farklı birer kulüp haline getirip örneğin futbolu Galatasaray Futbol Kulübü yapsınlar. Federasyondan gelecek cezayı beklemeden de hemen yarın basketbol şubesini kapatsınlar... Gelelim sorulara:
Erkek basketboldan sorumlu yönetici Yiğit Şardan neden medyanın karşısına çıkmadı? Mehmet Helvacı ve bayan basketten sorumlu Ahmet Dedehayır neden açıklamayı yaptı?
Bir takım hazırlık karşılaşmasında cezalı oyuncusuna neden bir diğer oyuncusunun formasını giydirip sahaya sürer?
Galatasaray Lisesi mezunlarından basketbol koçları yaratanlar, kovdukları adamların ardından neden "Galatasaraylılıktan nasiplerini almamışlar" diye açıklama yaparlar?
İçine Tufan Ersöz kaçmış Cemal Nalga bile muteber bir basketbolcu kabul edilmezken, gazozuna bile olsa bir maçta kulübünün formasıyla sahtekarlık yapmak nasıl bir cürettir?
Tüm idari ve teknik kadronun işine son verip skandalı şahısların üzerine yükleyen yöneticilerden hangisi istifa edecektir?
Bu skandalı ortaya çıkartan Oyak Renault kulübüne tebrikler. Sporu kirleten kim varsa cezasını çeksin. Bu skandal Galatasaray kulübünün Mart 2010 seçimlerine direkt etki edecektir. Uzun bir analizdir, yazılır elbet...
***********
19 Kasım 2009 19:00 Yiğit Şardan istifa etti
18 Kasım 2009
Gaizka Mendieta
"İspanya ve İtalya'daki profesyonellik anlayışı İngiltere'de yoktu. Maçlardan sonra soyunma odasında biralar havada uçuşuyordu. Kimse yediğine içtiğine dikkat etmiyordu. Abur cubur ile besleniyorlar, "Mars" yiyip 'enerji verir' diyorlardı."
Mendieta'ya ait bu sözler. M.Brough kariyerinden taşanlar bunlar. Basklı bir futbolcu olarak kariyerinin herhangi bir döneminde A.Bilbao forması giymemesi ilginç. 90'ların sonunda Valencia'da patlatığında parmakla gösterilen bir orta sahaydı. Real Madrid'e Şampiyonlar Ligi finalinde 3-0 kaybettikleri Şampiyonlar Ligi finalinin (99-2000) sezonunda da takımın kralıydı. Lazio'nun büyük paralar saçtığı yıllardı. 40 milyona sattı Valencia. Futbol tarihinin en büyük kazıklarındandır. Bugün bu kulübün borcu 550 milyon euro. Lazio da o dönem saçtığı milyonları tek tek arıyor. Serie A'daki tek sezonu için kısaca yılın bidonuydu demek yeterli sanırım. Valencia'dan takım arkadaşı Kily Gonzales ise İtalya'da dikiş tutturmuştu. Kiralık gittiği Barcelona'da da tutunamadı. Ardından İngiltere'nin yolunu tuttu ve M.Brough'da Steve McClaren ile çalıştı. İngiliz kulübünde 4 yıl kaldı, son 2 sezonunu da yatarak geçirdi. 2000'li yıllarda oynadığı futbolu kimsenin hafızasında yer etmedi. Bugün 35 yaşında. 33 yaşında futbolu bıraktı ama İngiltere'yi bırakmadı. Ülkeme dönmek için kendimi hazır hissetmiyorum diyor.
El Yakan Gençler
Transfer piyasasında para her zaman forvet ve 10 numaralara saçılır. Son 10 yıllık vadede kaleci ve defans oyuncuları için de 25 milyon üstü rakamlar ödenmedi değil. 21 yaşın altında dünyanın en pahalı 20 futbolcusunu listelemiş Futbol Finans sitesi. 20 oyuncu arasında kaleci ve defans oyuncusu yok. Orta saha oyuncusu sayısı da 5'i geçmiyor. Bu, buna bir itirazımız var demek değildir tabii (!). Pato-Agüero-Müller üçlüsünü attım sepete...
1 Sergio Aguero 21 Argentina At.Madrid 50.000.000 €
2 Karim Benzema 21 França Real Madrid 40.000.000 €
3 Gonzalo Higuain 21 Argentina Real Madrid 30.000.000 €
4 Alexandre Pato 20 Brasil AC Milan 30.000.000 €
5 Mario Balotelli 19 Itália Internazionale 30.000.000 €
6 Theo Walcott 20 Inglaterra Arsenal 25.000.000 €
7 Stevan Jovetic 20 Montenegro Fiorentina 25.000.000 €
8 Juan Manuel Mata 21 Espanha Valencia 25.000.000 €
9 Angel Di Maria 21 Argentina Benfica 20.000.000 €
10 Miralem Sulejmani 20 Sérvia Ajax 15.000.000 €
11 Bojan Krkic 19 Espanha FC Barcelona 15.000.000 €
12 Neymar 17 Brasil Santos 12.500.000 €
13 Guilherme 21 Brasil CSKA Moscovo 10.000.000 €
14 Marko Marin 20 Alemanha W.Bremen 10.000.000 €
15 Keirrison 20 Brasil FC Barcelona 10.000.000 €
16 Marko Arnautovic 20 Austria Internazionale 10.000.000 €
17 Alan Dzagoev 19 Rússia CSKA Moscovo 10.000.000 €
18 Sydou Boumbia 21 Costa do Marfim Young Boys 9.000.000 €
19 Thomas Muller 20 Alemanha Bayern Munique 9.000.000 €
20 Alberto Paloschi 19 Italia Parma 9.000.000 €
1 Sergio Aguero 21 Argentina At.Madrid 50.000.000 €
2 Karim Benzema 21 França Real Madrid 40.000.000 €
3 Gonzalo Higuain 21 Argentina Real Madrid 30.000.000 €
4 Alexandre Pato 20 Brasil AC Milan 30.000.000 €
5 Mario Balotelli 19 Itália Internazionale 30.000.000 €
6 Theo Walcott 20 Inglaterra Arsenal 25.000.000 €
7 Stevan Jovetic 20 Montenegro Fiorentina 25.000.000 €
8 Juan Manuel Mata 21 Espanha Valencia 25.000.000 €
9 Angel Di Maria 21 Argentina Benfica 20.000.000 €
10 Miralem Sulejmani 20 Sérvia Ajax 15.000.000 €
11 Bojan Krkic 19 Espanha FC Barcelona 15.000.000 €
12 Neymar 17 Brasil Santos 12.500.000 €
13 Guilherme 21 Brasil CSKA Moscovo 10.000.000 €
14 Marko Marin 20 Alemanha W.Bremen 10.000.000 €
15 Keirrison 20 Brasil FC Barcelona 10.000.000 €
16 Marko Arnautovic 20 Austria Internazionale 10.000.000 €
17 Alan Dzagoev 19 Rússia CSKA Moscovo 10.000.000 €
18 Sydou Boumbia 21 Costa do Marfim Young Boys 9.000.000 €
19 Thomas Muller 20 Alemanha Bayern Munique 9.000.000 €
20 Alberto Paloschi 19 Italia Parma 9.000.000 €
17 Kasım 2009
Altın Bidon 2009 Adayları
Bidone D'Oro, İtalya'da yılın en kötü performansını ortaya koyan futbolcuya verilen ödül. Geçen sezonun hikayesi blog arşivinden takip edilebilir. 2008'i kazanan Quaresma'nın istikrarını alkışlamak lazım. Bu sezon da aday listede. Adaylara geçelim: Carrizo, Dida, Felipe Melo, Huntelaar, Baptista, Mancini, Poulsen, Quaresma, Ronaldinho ve Tiago. Öncelikle Felipe Melo'nun aday olduğunu anlamadım. Listede hiç İtalyan yok tabii oysa ki geçmişte Legrottaglie ve Vieri bu ödüle layık görülmüşlerdi. Arjantinli kaleci Carrizo binbir zorlukla gelmişti River'dan Lazio'ya. Listede olmayı hakediyor. Dida malumunuz, illa ki koyarlar. Huntelaar da büyük umutlarla geldi, onbir bile göremiyor. Baptista yatıyor Roma'da. Poulsen ne yaptı etti Juventus'ta kaldı. Bir orta saha daha var Juventus'tan. Tiago. Ronaldinho geçen sezon da listedeydi ama son bir aydaki formuyla onun bu ödülü alma şansı yok. Mancini de Serie A'nın yan gel yat futbolcularından. Inter'in yeni Recoba'sı. Zor bir seçim olacak. Ben Poulsen ve Baptista arasında kararsızım. Siz de tahminlerinizi yazın, sonuç belli olduğunda illa ki not düşerim. Aralık ayında da bizim ligin bidonunu seçeriz.
Oynar mı Doktor?
Madrid'de günün adamı, bu gizemli amcadır. Bütün gün onun ağzından çıkacak bir cümleyi beklediler spor gazeteleri. Cristiano Ronaldo, takımla birlikte çalışabilir mi? Gelecek hafta El Clasio'da oynayabilir mi? "Evet" dedi Hollandalı doktor Van Dick. Cristiano Ronaldo'ya günde 7 saat tedavi yapıldığı da işin ayrıntısı. Milli maçlar yüzünden yine soğuttuk liglerle aramıza. Perşembe'den itibaren tüm Avrupa yılbaşına kadar artık liglere kilitlenecek. Real Madrid'in devre arasında gözden çıkardığı 6 isimle bitireyim: Van Nistelrooy, Drenthe, Gago, Dudek, Metzelder ve Mahamadou Diarra. İhtiyacı olan?
Banu Güven: Travis/One Night
Banu Güven: Travis/One Night
i wake up to find you laying awake
with your hands in your head
you cannot run, can't escape from the things
that you say-ay-ay
and you can tell anybody
anybody who comes
you can tell anybody
but the damage's done
the new day's begun.
one night can change everything in your life
one night can make everything alright
one night can turn all your colors to white
one night - it's easier said than done
turning and turning but never returning
to what you once had
learning to care for the ones you hold dear
but it's too...it's too bad
one night can change everything in your life
one night can make everything alright
one night can turn all your colors to white
one night - it's easier said than done
all that i am
all that i am
all that i am
laying beside you as cold as a statue
your hands are still warm
trying to wake you as daylight brakes through
the eye of the storm.
so you can tell everybody
everybody who comes
you can tell everybody
but the damage's done
the new day's begun.
one night can change everything in your life
one night can make everything alright
one night can turn all your colors to white
one night - it's easier said than done
one night..one...one night...one...
one night - it's easier said than done
i wake up to find you laying awake
with your hands in your head
you cannot run, can't escape from the things
that you say-ay-ay
and you can tell anybody
anybody who comes
you can tell anybody
but the damage's done
the new day's begun.
one night can change everything in your life
one night can make everything alright
one night can turn all your colors to white
one night - it's easier said than done
turning and turning but never returning
to what you once had
learning to care for the ones you hold dear
but it's too...it's too bad
one night can change everything in your life
one night can make everything alright
one night can turn all your colors to white
one night - it's easier said than done
all that i am
all that i am
all that i am
laying beside you as cold as a statue
your hands are still warm
trying to wake you as daylight brakes through
the eye of the storm.
so you can tell everybody
everybody who comes
you can tell everybody
but the damage's done
the new day's begun.
one night can change everything in your life
one night can make everything alright
one night can turn all your colors to white
one night - it's easier said than done
one night..one...one night...one...
one night - it's easier said than done
Krampon Yoksa Taş Var
"15 yıl önce sağ açığın kestiği ortayı hatırlarsınız değil mi, 8 numaranın vurduğu kafayı, hani düşük konçlu bir futbolcunuz vardı, inceceydi, 5 yıl önce o hakemin çıkardığı kırmızı kart haksızdı." Sohbet konusu oyunsa; severiz biz değil mi eski maçları? Futbol hafızalarına en çok güvenenler o muhabbetlerin kralı olurlar masada. "Söyle lan Mehmet kim yaptırmıştı o penaltıyı, hakemi kimdi 95'deki derbinin." Şıp diye verirler cevabı. Ya kendimize ait oyun hikayelerimiz. En son ne zaman vurduk topa? Ne zaman astık doksana? Kimin çelmesiyle dizimiz kanadı? Kim bastı bileğimize tekmeyi?
İtiraf edeyim kafa karıştıran bir anketti. "Kramponunuz var mı?" sorusu ve "var/yok/vardı/hiç olmadı" şıkları... Basit olan evet/hayır'dı. Mantık aramayın zaten. Ben bir resmi görmek istedim. Bu oyunu seven her 3 insandan birinin hiç kramponu olmamış. Yine yaklaşık her üç insandan biri o "vardı" şıkkını seçerken; bize "Yahu bizden geçti, göbeklendik, evlendik, çoluk cocuğa karıştık" diyor ya da "Saha mı kaldı kardeşim, uzun yıllar oldu, halı sahalara geçtik" diye fısıldıyor. Ve %27 "kramponum var" diyor. Bu; "Oynuyorum, vidaların toprağa, çime nasıl tutunduğundan, betona geçtiğinde çıkan sesten haberim var diyor" ya da "Bu oyunu çok sevdiğimden bir çift aldım, bir gün lazım olur diye attım köşeye"... Kimbilir... Elbette ki oy kullananların yaşı, yaşadığı yer de etkilemiştir ama dedim ya sadece basit resmi görmekti amacım..
Lakin hepimizin bir forması var, renkleri babadan, amcadan, kuzenden, mahalledeki çoğunluktan, yaşadığımız şehirden, semtten vs. emanet. "Taraftarım" diyen kendi maçını oynuyor. Yıllardır bu memleketin stadyumlarında, salonlarında ter döküp, maç kazanıyoruz. Biz kazandığımızı, bizim kazandırdığımızı düşünüyoruz. Sahadakilerin bir bok yediği yok! Spor yapmayan bir ülkenin sporsever insanları her hafta sonu makosenlerle doksana çakıyor, turnikeden boş dönmüyor. Siyah takımlarla penaltı kurtarıyor, blok yapıyor.
***
Mevsimi de coğrafyayı da değiştireyim. Hollanda'ya çok gittim geldim son on yılda. Girdiğim spor mağazalarına bir daha, bir daha girdim. Reyonların arasında kayboldum. O 2-3 katlı devasa mağazalarda ağzım açık dolaştım. Almanya'da, Fransa'da farklı mıydı? Değil. İnsanlar spor yapıyorlardı orada. 80 yaşında bisikletin üzerinde alışverişe gidenlere, babasını 59'unda uğurlamış bir oğul olarak imrenerek baktım. "Kalsa; biz de bir virajı beraber döner miydik iki teker üstünde?" diye hayal ettim. Olmayınca, bu hayali çocuklarıma terk ettim. Onlara raket aldım, top aldım. Dağcılık malzemelerine, çeşit çeşit bisikletlere, çadırlara, futbol toplarına, kramponlara, basket potalarına, tenis raketlerine imrenerek baktım. Alacağım belli bile olsa, tek tek fiyatlarını inceledim. Hafta sonlarında ıssızlaşan ufak kasabalardan geçtim o ülkelerde. Yanyana dizilmiş 5-6 futbol sahası görünce, durdum izledim. Alışveriş merkezlerini Pazar günü kapalı tutan ülkelerin insanlarının dağda, bayırda, çimde, suda, spor yaptığını gördüm...
Dönelim bizim buralara. Yakın zamanda Yiğiter ağabey ile Erenköy'de daldık bir sokağa, sahile doğru yürüyoruz. Alımlı mı alımlı bir bisiklet mağazası gördük. "İflas etmez mi ağabey bu dükkan buralarda" oldu ilk lafım. Onca restoranın, Starbucks'un olduğu o semtlerde kaç spor mağazası var? Hiç düşündünüz mü? Ya da bu İstanbul'da spor mağazası mı çok ;yoksa üç büyüklerin resmi ürünlerini satan mağazalar mı?
***
Aranızda adale ağrısı nedir bilmeyen var mı? Hani o ilk spora gittiğimizde "Elim, ayağım tutmuyor" dediğimiz ağrı. Hani o halı saha maçından sonra yanan bacaklar var ya! Hani o 5 km koştuktan sonra derman kalmayan ayaklar var ya! İşte ondan. Derim ki; spor yapmayan, adale ağrısından bir kez olsun sabaha kadar uyumayan bir ülkenin insanları ancak saldırır, taşlar, zarar verir o sporculara.
Kim neyi hangi tribünden atmış, kim önce vurmuş, kim kimi tahrik etmiş? Önemi var mı? O adale ağrısını çekmeyen; o çok hayran olduğumuz, duvarlarımıza posterlerini astığımız sporculara saygı duyar mı? Anlar mı hallerinden? Bağları kopan bir dizden gelen sesi onların ömür boyu unutmadıklarını bilir mi?
Şimdi dün olanlara, yarın olacaklara hesabı kessinler. Suçlu dediklerine istedikleri cezayı versinler. Birileri içeride yatsın hatta. Bu memlekette vatandaşına spor yapacak alan, zaman, akıl ve huzur bırakmayan ve de yaratmayan politikacılardır asıl suçlu olan. Demokrasi nutukları atıp ülkeyi meydansız bırakan, "Yanyana iki futbol sahası yaparsak, yarın burada miting yaparlar" diyen yönetenlerdir o suyu da, taşı da atan. Gidin bakın semtinizde futbol sahası var mı? Mesela gidin Kalamış'taki spor sahalarının kapısındaki asma kilitleri görün. Evet ben dahil çoklarımız, o koşu bantlarının üzerinde tık nefes kalırken neden dağda, bayırda koş(a)madığımıza ve o fitness salonlarına kucak dolusu para ödediğimize basalım acı kahkahayı. Kimse "Neden kramponun yok?" diye soramaz kimseye bu ülkede. Hakkı yok kimsenin sormaya...
***
Bu sabah De Nigris öldü. Biri diyor ki: "Çok severdim. Hep takımıma alırdım. Finishing'i 20 idi oyunda."
Sormadım "Kramponun var mı?" diye...
İtiraf edeyim kafa karıştıran bir anketti. "Kramponunuz var mı?" sorusu ve "var/yok/vardı/hiç olmadı" şıkları... Basit olan evet/hayır'dı. Mantık aramayın zaten. Ben bir resmi görmek istedim. Bu oyunu seven her 3 insandan birinin hiç kramponu olmamış. Yine yaklaşık her üç insandan biri o "vardı" şıkkını seçerken; bize "Yahu bizden geçti, göbeklendik, evlendik, çoluk cocuğa karıştık" diyor ya da "Saha mı kaldı kardeşim, uzun yıllar oldu, halı sahalara geçtik" diye fısıldıyor. Ve %27 "kramponum var" diyor. Bu; "Oynuyorum, vidaların toprağa, çime nasıl tutunduğundan, betona geçtiğinde çıkan sesten haberim var diyor" ya da "Bu oyunu çok sevdiğimden bir çift aldım, bir gün lazım olur diye attım köşeye"... Kimbilir... Elbette ki oy kullananların yaşı, yaşadığı yer de etkilemiştir ama dedim ya sadece basit resmi görmekti amacım..
Lakin hepimizin bir forması var, renkleri babadan, amcadan, kuzenden, mahalledeki çoğunluktan, yaşadığımız şehirden, semtten vs. emanet. "Taraftarım" diyen kendi maçını oynuyor. Yıllardır bu memleketin stadyumlarında, salonlarında ter döküp, maç kazanıyoruz. Biz kazandığımızı, bizim kazandırdığımızı düşünüyoruz. Sahadakilerin bir bok yediği yok! Spor yapmayan bir ülkenin sporsever insanları her hafta sonu makosenlerle doksana çakıyor, turnikeden boş dönmüyor. Siyah takımlarla penaltı kurtarıyor, blok yapıyor.
***
Mevsimi de coğrafyayı da değiştireyim. Hollanda'ya çok gittim geldim son on yılda. Girdiğim spor mağazalarına bir daha, bir daha girdim. Reyonların arasında kayboldum. O 2-3 katlı devasa mağazalarda ağzım açık dolaştım. Almanya'da, Fransa'da farklı mıydı? Değil. İnsanlar spor yapıyorlardı orada. 80 yaşında bisikletin üzerinde alışverişe gidenlere, babasını 59'unda uğurlamış bir oğul olarak imrenerek baktım. "Kalsa; biz de bir virajı beraber döner miydik iki teker üstünde?" diye hayal ettim. Olmayınca, bu hayali çocuklarıma terk ettim. Onlara raket aldım, top aldım. Dağcılık malzemelerine, çeşit çeşit bisikletlere, çadırlara, futbol toplarına, kramponlara, basket potalarına, tenis raketlerine imrenerek baktım. Alacağım belli bile olsa, tek tek fiyatlarını inceledim. Hafta sonlarında ıssızlaşan ufak kasabalardan geçtim o ülkelerde. Yanyana dizilmiş 5-6 futbol sahası görünce, durdum izledim. Alışveriş merkezlerini Pazar günü kapalı tutan ülkelerin insanlarının dağda, bayırda, çimde, suda, spor yaptığını gördüm...
Dönelim bizim buralara. Yakın zamanda Yiğiter ağabey ile Erenköy'de daldık bir sokağa, sahile doğru yürüyoruz. Alımlı mı alımlı bir bisiklet mağazası gördük. "İflas etmez mi ağabey bu dükkan buralarda" oldu ilk lafım. Onca restoranın, Starbucks'un olduğu o semtlerde kaç spor mağazası var? Hiç düşündünüz mü? Ya da bu İstanbul'da spor mağazası mı çok ;yoksa üç büyüklerin resmi ürünlerini satan mağazalar mı?
***
Aranızda adale ağrısı nedir bilmeyen var mı? Hani o ilk spora gittiğimizde "Elim, ayağım tutmuyor" dediğimiz ağrı. Hani o halı saha maçından sonra yanan bacaklar var ya! Hani o 5 km koştuktan sonra derman kalmayan ayaklar var ya! İşte ondan. Derim ki; spor yapmayan, adale ağrısından bir kez olsun sabaha kadar uyumayan bir ülkenin insanları ancak saldırır, taşlar, zarar verir o sporculara.
Kim neyi hangi tribünden atmış, kim önce vurmuş, kim kimi tahrik etmiş? Önemi var mı? O adale ağrısını çekmeyen; o çok hayran olduğumuz, duvarlarımıza posterlerini astığımız sporculara saygı duyar mı? Anlar mı hallerinden? Bağları kopan bir dizden gelen sesi onların ömür boyu unutmadıklarını bilir mi?
Şimdi dün olanlara, yarın olacaklara hesabı kessinler. Suçlu dediklerine istedikleri cezayı versinler. Birileri içeride yatsın hatta. Bu memlekette vatandaşına spor yapacak alan, zaman, akıl ve huzur bırakmayan ve de yaratmayan politikacılardır asıl suçlu olan. Demokrasi nutukları atıp ülkeyi meydansız bırakan, "Yanyana iki futbol sahası yaparsak, yarın burada miting yaparlar" diyen yönetenlerdir o suyu da, taşı da atan. Gidin bakın semtinizde futbol sahası var mı? Mesela gidin Kalamış'taki spor sahalarının kapısındaki asma kilitleri görün. Evet ben dahil çoklarımız, o koşu bantlarının üzerinde tık nefes kalırken neden dağda, bayırda koş(a)madığımıza ve o fitness salonlarına kucak dolusu para ödediğimize basalım acı kahkahayı. Kimse "Neden kramponun yok?" diye soramaz kimseye bu ülkede. Hakkı yok kimsenin sormaya...
***
Bu sabah De Nigris öldü. Biri diyor ki: "Çok severdim. Hep takımıma alırdım. Finishing'i 20 idi oyunda."
Sormadım "Kramponun var mı?" diye...
16 Kasım 2009
Kramponunuz Var Mı?
Bir yazı planlıyorum. Öncesinde merakım budur. Halı saha ayakkabım var deyip evet'i tıklamayın ama. Futbolu seven insanların yolunun düştüğü bu adreste bakalım ne sonuç çıkacak?
De Nigris Gitti
Blogda son post Meksika'dandı. Oradan devam edeceğime bilemezdim. Antonio De Nigris için geçen sezon kalbinde problem var haberleri çıkmıştı. Buralardan, Komşu'ya gitmişti. Tümer'in Larissa'sına. 31 yaşında hayatını kaybetti kalp krizinden...
Türkiye'de kimseyi suçlamamak lazım. Ankaraspor'un Federasyon'a yolladığı 8 Temmuz tarihli belgeyi okudum. Biz riske girmiyoruz, durumu budur, yabancı kontenjanımızdan çıkartılmasını talep ediyoruz, kampta da hafif antrenman programı uyguladık diyorlar. De Nigris tüm uyarıları dikkate almıyor. Ekmek parası işte... Kalbinde yetersizliğine neden olan kalp kası bozukluğu (kardiyomiyopati) varmış. 30 yaş üstünde %5 ölüm riski taşıyan.... Yunanistan'da nasıl temiz sağlık raporu ve lisansı aldığı elbette soru işareti. O ilk karedeki minik bebeğin adı Miranda. Artık 5 yaşında ve babasız...
Türkiye'de kimseyi suçlamamak lazım. Ankaraspor'un Federasyon'a yolladığı 8 Temmuz tarihli belgeyi okudum. Biz riske girmiyoruz, durumu budur, yabancı kontenjanımızdan çıkartılmasını talep ediyoruz, kampta da hafif antrenman programı uyguladık diyorlar. De Nigris tüm uyarıları dikkate almıyor. Ekmek parası işte... Kalbinde yetersizliğine neden olan kalp kası bozukluğu (kardiyomiyopati) varmış. 30 yaş üstünde %5 ölüm riski taşıyan.... Yunanistan'da nasıl temiz sağlık raporu ve lisansı aldığı elbette soru işareti. O ilk karedeki minik bebeğin adı Miranda. Artık 5 yaşında ve babasız...