19 Eylül 2009

Hadi onlar “Fransız”…
Bize ne oldu?

Yazık… Tek kelimeyle yazık oldu… 2001 Avrupa Şampiyonası’ndan bu yana madalyaya ilk kez bu kadar yakındık. Hak etmiştik… Karakterimizle, takım kimyamızla, mücadele gücümüzle, rakiplere çemberi yasak eden savunmamızla, her şeyimizle…
Pardon, her şeyimizle değil… Bir ince detay var atladığımız… Stratejimiz yok. Ki böylesi bir turnuvada stratejiyi doğru çizmek, gücünü efektif kullanmak, eksilerini gizlerken, artılarını öne çıkarmak bazen her şeyden daha önemli olabilir.
Futbolda da, basketbolda da, voleybolda da… Durum hep aynı.
Aceto’nun mekanında ukalalık etmiş gibi olmayayım ama, galiba bu işin zirvesini 1982 Dünya Kupası’nda ilk tur grubundan 3 maçta 3 beraberlikle zar zor sıyrılabilen ama sonra oynadıkça açılarak, şampiyonluğa koşan Azzuri oluşturuyor. Teknik direktör Bearzot komutasındaki İtalyanlar, okullarda ders olarak okutulabilecek bir efsaneye imza atmışlardı.
Basketbolda benzer bir öyküyü 2002’de Yugoslavya yazdı. İlk turda süründüler, ikinci turda birbirlerine düştüler, kader maçında bizi yenerek çeyrek final trenine son anda tutundular ve sonra… Bir anda kendilerini finalde buldular. Finalde de biraz şans (Arjantin’de takımın yıldızı ve yarısı Ginobili sakattı), biraz da hakem yardımıyla kazanmayı becerdiler.
Niye anlatıyorum bunları?
Diyelim, Türkiye’yi ziyaret eden bir yabancı olsanız ve basketbolla da pek fazla alâkanız olmasa… Bu sabah gazeteleri gördüğünüzde, “Yahu daha geçen hafta İspanya ve Sırbistan gibi iki güçlü takımı yendik diye seviniyordunuz. Şimdi o takımlar yarı finalde, siz yoksunuz. Ne oldu böyle?” sorusunu sormaz mısınız?
Statü böyle işte… Bu turnuvalarda en kritik maç çeyrek finalde oynanıyor. İlk iki tura benzemiyor bu karşılaşma; telafisi mümkün değil. Daha önemlisi, bu maçın bir takımı dört sıra yukarı ya da aşağı atabilmesi… Sıralamayı dört sıra değiştirebilen bir başka maç yok.
Böyle hayati bir randevudan, uzatmanın son saniyesinde kaçırdığımız üçlükle yenik ayrıldık. Dövünülmeyecek gibi değil.
Oysa düne gelene kadar oynadığımız 6 maçtan 5.5’unu kazanmıştık. Slovenya maçının ikinci yarısında nasıl ve ne kadar üstün olduğumuzu herkes gördü, bir önceki yazıda ben de vurgulamıştım. Bir de Fransa vardı bizim gibi… İlk iki turu 6’da 6 galibiyetle geçen, strateji nedir, turnuva takımı olmak nasıl bir şeydir bilmeyen ve çeyrek finalde İspanya önünde toz şeker gibi dağılıp giden…
Haydi onlar “Fransız”… Bize ne oluyor?
Hidayet’in ağrıları her gün biraz daha artarken, İspanya maçını kazanıp, daha ikinci turun ilk ayağında çeyrek finali garantilemişken, onu neden ortalama 30-35 dakika sahada tuttuk? Neden biraz dinlendirmeyi göze alamadık?
Elinde Hidayet’in tecrübesinde, onun yeteneklerinde (ball handling, şut, bire bir oynayabilme) bir hücumcu bulunduran bir takım kader anlarında bu çok yönlü adamına bir tane top kullandıramaz mı?
İspanya maçında son hücumumuzu Ender’le kullandık, Slovenya maçında bir önceki maçta hiç oynamamış ve o gün de 30 dakika bankta kurumaya bırakılmış Engin’le… Dün yine Ender sahne aldı; kader toplarından ilkinde turnikesiyle maçı uzatmaya taşıdı ama el yakan üçlüğü yine onun kullanması ne kadar doğruydu acaba?
Hidayet saydığım toplardan bir tekiyle neden buluşturulamadı, niçin ona hazırlanmış bir oyun çizilemedi? Yoksa çizildi de onun dizleri mi izin vermedi?
Turnuvadaki en istikrarlı ve en verimli oyuncumuz, Ersan’ın tam da kader gününde beklenenin altında kalmasında (4/13 şut isabeti) yorgunluğunun payı ne kadardı?
Dereleri geçerken, bu iki yetenekli oyuncunun sırtına bindik binmesine de, okyanusa gelince bizi kıyıya götürecek kimse kalmadı.
İspanya galibiyetinden sonra biraz daha geniş bir rotasyonla, biraz daha rölantide oynayabilirdik. Çeyrek finale daha diri çıkabilirdik. Yunanistan’a ribaundlarda böyle (47-28) ezilmezdik o zaman…
Slovenya maçının 15. dakikasından son saniyesine kadar verdiğimiz onur mücadelesi gerçekten alkışa değerdi. Ben de heyecanlanıp, yazıma “Yenildik Ama Kaybetmedik” başlığını attım. Ama kaybetmişiz meğer… En can alıcı noktada bize lazım olan ekstra eforun bir damlasını, patlayıcı kuvvetin bir parçasını, savunma gayretinin bir nebzesini, serbest atış çizgisinde müthiş ihtiyaç duyduğumuz sükunetin hatırı sayılır bir bölümünü, yolda bir yerlerde döküp saçmışız besbelli…
Yazık… Böyle bir fırsat önümüzdeki on yılda gelmeyebilir.
YİĞİTER ULUĞ

18 Eylül 2009

Maradona'nın Küpeleri

Arjantin sahada kötü gittikçe o da şişti. Yedikçe yedi. Bu kaçıncı zayflama kampıdır, bilmiyorum ama Maradona 2-3 gündür İtalya'da bir klinikte. Son Paraguay maçındaki görüntüsü endişe vericiydi. Lakin İtalya'da başı belada. Yüklü vergi borçları var. Ülkeye her girişinde hacize geliyorlar. İtalya'da taşınmazı olmadığından da üzerinde değerli ne varsa alıp götürüyorlar. İki küpesini almışlar, değeri 4 bin euro. Geçen sefer de Rolex'i 10 bin Euro'ya saymışlardı.

El Nino

Fernando Torres'in otobiyografisi çıktı. 288 sayfa. İngiliz Amazon'da 9.49'a.

Hafta Sonu Futbol

18 Eylül Cuma
21.00 Trabzonspor-Antalyaspor / Lig TV
21:30 Schalke 04-Wolfsburg / TRT 3
21:45 Sheffield United-Sheffield Wednesday / Euro Futbol
19 Eylül Cumartesi
14:45 Burnley-Sunderland / Spormax
16:30 Bayern Münich-Nuremberg / TRT 3
17:00 Cardif City-QPR / Euro Futbol
17:00 Arsenal-Wigan / Spormax
17:00 Bolton-Stoke City / Spormax
19:30 West Ham-Liverpool / Spormax
20:30 Bucaspor-Boluspor / D Spor
21:00 Beşiktaş-Kayserispor / Lig TV
21:45 AZ Alkmaar-NEC Njimegen / Futbol Smart
22:00 Marsilya-Montpellier / Kanal A
23:00 Barcelona-A.Madrid /NTV Spor
23:15 Braga-Porto / Euro Futbol
20 Eylül Pazar
00:30 Vitoria-Internacional / Spormax
13:00 CSKA Moskova-Dinamo Moskova / Spormax
15:30 Manchester United-Manchester City / Spormax
15:30 Feyenoord-PSV / Futbol Smart
16:00 Milan-Bologna /NTV Spor
16:30 Eintracht Frankfurt-Hambourg / TRT 3
17:00 Celtic-Heart / Euro Futbol
18:00 Chelsea-Tottenham / Spormax
18:30 Leverkusen-Werder Breme / TRT 3
20:00 Real Madrid-Xerez /NTV Spor
20:30 Giresunpor-Çaykur Rizespor / D Spor
21:00 Fenerbahçe-İ.B.Belediyespor / Lig TV
21:45 Roma-Fiorentina /NTV Spor
22:00 PSG-Lyon / Kanal A
22:00 Santo Andre-Sao Paulo / Spormax
21 Eylül Pazartesi
20:30 Dardanelspor-Orduspor / D Spor
21:00 Kasımpaşa-Galatasaray / Lig TV

Blogger'a Erişim İçin Çözüm

Bu blog dahil, blogger altındaki bloglara erişmeyenlere iletilmek üzere:
c:\windows\system32\drivers\etc 'deki hosts klasörünü notepad ile açıp
74.125.95.191 blogger.com
74.125.95.191
http://www.blogger.com/
satırlarını ekleyin.

17 Eylül 2009

Panathinaikos 1 - Galatasaray 3

İzledim ama maçın hikayesi yok.
Niye olsun ki!
Galatasaray'ın bu galibiyeti,
maçı şifresiz yayınlayacağız diye
tam sayfa ilanlar verip, santrada şifreleyen ve
Türkiye'de futbolseverle dalga geçen
D-Smart yöneticilerine
armağan olsun (!)

Yenildik Ama Kaybetmedik

İkinci çeyreğin ortalarına gelmiştik. Lakoviç, hızla perdeden çıktı ve bir üçlük daha buldu. Skor 37-18 olmuştu. Telefonuma SMS’ler yağıyordu: “Abi, bu ne hal yahu?”
Turnuva boyunca sergilediğimiz sert, yoğun ve yardımlaşmalı savunmadan eser yoktu. Engin Atsür ve Sinan’ın maça ilk beşte başlaması, Bekir’in de kendini ikinci çeyrekte sahada bulması, diğer oyuncular için “Tamam arkadaşlar, fazla kasmaya gerek yok. Bu geceyi dinlenerek geçireceğiz” mesajı olmuştu sanki… Tanjeviç’in vitesi boşa attığını ve Hidayet-Ersan ikilisini maç sonuna kadar kenarda oturtacağını düşündüm.
Ama öyle olmadı.
Savunmada vidalar bir anda sıkıştırıldı. Peş peşe çalınan toplarla, Ender’in önderliğinde Türkiye dizginleri eline aldı. İlk 15 dakikada 37 üreten Slovenya, ilk devrenin son 5 dakikasında sadece 2 sayı bulabildi.
İkinci yarıya 7 sayılık bir dezavantajla girdik ama geri dönmüştük artık… Turnuvanın başından beri yerden yere atlayarak, savunmayı neredeyse savaşa çevirerek oynayan bir takımın, geceyi rölantide geçiremeyeceği anlaşılmıştı. Kazansak da kaybetsek de, bildiğimizi oynayacaktık.
Oynadık… Ve son topta kaybettik. Hiç önemli değil. Sahadan başımız dik ayrıldık ve çok önemli bir şeyi gördük: Yenemeyeceğimiz rakip yok.
Aslında iki farklı maç oynandı dün…
Birincisi, Türkiye’nin aktif dinlenmeye çalıştığı ilk 15 dakika.
İkincisi, sonraki 25 dakika…12 Dev Adam’ın özüne döndüğü bölüm.
İlkinde 37-18 mağluptuk. İkinci maçı 49-32 kazandık. Rakibi sürklase ettik. Böyle oynamayı sürdürür ve sahaya yayılan alan savunmasını tekrarlayabilirsek çeyrek finalde Yunanistan’ın sorun olacağını hiç sanmıyorum. Tek korkum, yavaş yavaş her oyuncuyu pençesine alan yorgunluk ve Yunanistan’ın bizden bir gün fazla dinleniyor olması…
İkinci tur başlarken, makul hedefin 3 maçta 2 galibiyet olacağını yazmıştım (Slovenya’nın, Sırbistan’a oranla bize daha ters geleceğini düşünmüştüm, yanıldım) Üç maç da nefes nefese geçti. Birinin kaderi uzatmada belli oldu, diğerleri son topta…
Yine biraz “flash-back” yaparsak turnuva başlarken, galibiyet anahtarımızın iyi savunma ve rakipleri 70 sayının altında tutmak olduğunu vurgulamıştım. Turnuva öyle sert geçiyor ki, dün Slovenya’yı 69’da tutmak bile yeterli olmadı. İspanya’ya diz çöktürmek için onları 60’a çekmek durumunda kaldık.
İlk tur sonunda olağanüstü parlak olan yüzdelerimiz ikinci turda geriledi haliyle… Skor ortalamamızın 77-78’lere gerilemesi sürpriz olmayacaktı, öyle oldu (şu anda 77). İlk turda % 42 olan üçlük isabetimiz şu an % 35 (bu tahmin de tuttu). Serbest atışlarda 16 takım arasında birinciydik, % 69’a ve yedinci sıraya düştük (bunda maalesef Ömer Aşık’ın rolü büyük: 7/30!)
İlk üç maçta 8/11 üçlük atan Ender Arslan, sonrasında kullandığı 7 üçlükten hiçbirinde isabet bulamadı, bu da bir alarm sinyali. Yüzdelerde artık daha aşağı düşmeden, müthiş mücadelemizi Katowice’ye ve turnuvanın son üç gününe taşımak durumundayız.
İstatistiklerde göze çarpan en sevindirici detay, topun kıymetini biliyor olmamız. Oynadığımız 6 maçtan 5’inde rakipten daha az top kaybı yaptık. Turnuvanın en az top kaybeden takımı Slovenya’yı bile 13 top kaybına ittik (ortalamasının 4 fazlası). Maç başına 10.3 top kaybı ile bu istatistikte şampiyonanın en iyi iki takımından biriyiz. Ribaundlarda da kimseye ezilmiyoruz.
Çeyrek final eşleşmeleri çok ilginç:
Rusya-Sırbistan, Fransa-İspanya, Slovenya-Hırvatistan ve Türkiye-Yunanistan…
Hemen herkes komşusuyla oynuyor (Rusya ile Sırbistan’ın ortak sınırı yok ama onlar da Ortodoks kültüründen komşu sayılır). İşin en ilginç yanı, hiçbir kapışmada favori olmaması… Bugüne kadar yenilgi yüzü görmeden gelmiş Fransa’nın, ilk günden beri kendini arayan İspanya’yı rahat geçeceğini kim söyleyebilir? Ya bu, İspanya’nın kendini bulma maçıysa?
Slovenya, grubu birinci bitirdi ama kağıt üzerinde diğer grubun dördüncüsü Hırvatistan, daha fazla koza sahip gibi görünüyor. Gündelik formlar, sakatlıklar ve moral çok belirleyici olacak bu turda.
Rakibimiz Yunanistan, ilk turun flaş takımıydı. Tempolu ve akıcıydılar. Geçen şampiyonadan yedi önemli ismi Polonya’ya getirmedikleri halde, yenilerle farklı ve göze hoş gelen basketbol oynuyor, Spanoulis’in liderliğinde istedikleri sonuçları da alıyorlardı. Yunanistan ikinci turda üç maçtan bir galibiyet çıkarabildi. Tempo düşünce, rakipler, guardlar üzerinde baskıyı arttırınca Yunanistan’ın “ek yerleri” de ortaya çıktı.
İspanya, Sırbistan maçlarının tamamında ve Slovenya maçının son 25 dakikalık bölümünde sergilediğimiz savunmayı tekrarlarsak, Yunanistan’ı 60’lı sayılara çeker ve yarı final vizesini alırız. Bunun için;
- Kerem, Ender, Engin ve Sinan’a büyük iş düşecek. Hava atışından son saniyeye kadar topa baskı yapmak için onları ekonomik kullanmalıyız. Spanoulis-Zizis ikilisini bozmak, top kayıplarına zorlamak, özellikle Spanoulis’in içeri dalışlarına izin vermemek maçın anahtarı olabilir.
- Semih, Ömer Aşık ve Oğuz, rakibin uzunları Schortsanitis ve Bourousis ile baş edebilecek güçte. Yeter ki, Ömer Aşık, Schortsanitis ‘i savunmak için ilk çeyrekten faul sorunu yaşamasın.
- Hidayet ve Ersan kendi standartlarını tuttururlarsa, Yunanistan’ın bu pozisyonlarda onlara verecek cevabı yok.
- Temponun yükselmesine izin vermeden hep sabırlı oynamalı ve dizginleri sürekli elimizde tutmalıyız.
Kazanırsak, yarı finalde Fransa-İspanya galibiyle eşleşeceğiz. Cumartesi sabahı coşkulu bir yarı final yazısında buluşmak dileğiyle…
YİĞİTER ULUĞ

16 Eylül 2009

İki Topla Oynanana Kadar Barça!

Star, Şampiyonlar Ligi'ne santra ile giriyor. Bugün kaçırdım, yayınladılarsa özür dilerim ama bu maçların bir de santra öncesi hikayesi var. Rejinin aktardığı tünel görüntüleri. Özellikle de bu eşleşme için. Eto'o ve Ibra eski takım arkadaşlarıyla karşılaştığında ne oldu? Futbolsever bunu da merak ediyor. Takasa bakınca kraliyet ailelerinin çocuklarını evlendirmesi geldi aklıma. Büyükler kendi aralarında alıp veriyorlar işte. Keyifli de oldu iki yıldızı farklı formalar altında eski defanslarına basarken görmek. Mourinho'nun, Guardiola'nın Barça'sını nasıl durduracağını merak ediyordum. Futbol aklı tavan yapmış bu adam, teorikte kazandı aslında! Ama takımının ciğerleri yetmedi. İlk 45 dakika deli gibi bastılar. Eto'o ve Milito'dan başlayarak canlarını dişlerine taktılar. Lakin bu oyunda topu koşturan, bir zaman sonra çok koşanın dilini dışarı çıkartıyor. Muntari yine oruçlu muydu, bilmiyorum ama Ramazan'ın onu çok sarstığı belli. Iniesta'sız başlayan Barça karşısında 45 dakika kafa kafaya mücadele verdiler. Orta sahayı teslim etmek istemeyen Mourinho, hücumları uzun paslara bırakmıştı. Puyol ve Pique'nin zor top çıkardığı dakikalarda Barça, İniesta'yı aradı. Ne Toure ne de Keita, Xavi'nin yanını dolduracak adam değiller. Messi daha yavaş yavaş kendine geliyor ülkesindeki travma sonrasında. İkinci yarıda dili dışarı çıkan Inter doğal olarak geri çekildi. Barcelona 12 aydır rakiplerini buna mahkum ediyor. %60'ın altına düşmeyen topa sahip olma oranı, San Siro'da da %64 çıktı. Bir penaltılarının verilmediğini söyleyebiliriz. Inter geçen sezonki savunmasıyla oynasaydı, mutlaka yerdi. Lucio ve Sneijder ile sınıf atladıkları kesin. Barça ise bildiğimiz Barça... Futbol iki topla oynanana kadar bu kadronun bileği zor bükülür...0-2 geriden gelip deplasmanda Standart Liege'i 3-2 mağlup eden Arsenal dışında bir hikaye yok aslında bu akşam Şampiyonlar Ligi'nde. Az golle başladılar ilk haftada. Olympiakos ne zaman teknik direktörünü kovdu da; ne zaman Zico geldi. Tam piyasa adamı oldu bu arada. Onun yerinde olsam, Pire'de ev falan tutmam, otelde kalırım. Kokkalis gibi başkanın olduğu yere ancak bir valizle gidilir!

Inter vs. Barcelona

INTER (4-3-1-2): Julio Cesar; Maicon, Lucio, Samuel, Chivu; Zanetti, Stankovic, Thiago Motta; Sneijder; Milito, Eto'o.
BARCELONA (4-3-3): Victor Valdes; Dani Alves, Puyol, Piqué, Abidal; Xavi, Yaya Touré, Keita; Messi, Ibrahimovic, Henry
Hakem: Stark (Almanya)

Peter Kenyon Chelsea'yi Bıraktı

Futbol topunu karakola bomba diye götürebilir, defansın 3'lü mü, 4'lü olacağını onun umurunda bile değildir. Lakin bu adam futbol dünyasında bir sihirbazdır. Markadır. Futbol endüstrisi deyince Peter Kenyon gelir akla. Manchester United'ı uçuran adam 6 yıl önce Chelsea'ye gelmişti. İki kulübe de yarattığı kaynaklar, sponsorluk anlaşmaları cv'sinde yazıyor. Chelsea'ye istifasını verdi. "Biraz dinleneceğim" diyor ama Manchester City'ye giderse şaşırmayacağım.

Don Balon

Don Balon, İspanya'da haftalık futbol dergisi. 34 yılı geride bıraktı. Sport gazetesini çıkartan grup tarafından yönetiliyor. Merkezi Barcelona'da. Fiyatı 2.1o Euro. Bugün "Don Balon nasıl bir dergidir?" diye bir e-posta aldım. Rastlantı işte; bula bula Liverpool'un İstanbul'da Şampiyonlar Ligi'ni aldığı, benim de babamı kaybettiğim haftanın sayısını -pdf- buldum nette. Sanırım cevap olmuş olur.
Don Balon 30 Mayıs/5 Haziran 2005

15 Eylül 2009

Şampiyonlar Ligi #1/1

Ligde en son golü Tello atmıştı Antalya'ya frikikten 78. dakikada. Kendi ligindeki takımlara 282 dakikadır gol atamayan Beşiktaş'ın dünyanın en iyi savunmalarından birine gol atması kağıt üzerinde zordu. United bu, atmaması süpriz. Beşiktaş, derbi sonrası iyi mücadele ettiler. %50 daha fazla pas yapan rakipten elbette daha fazla koşmak zorundaydılar. Öyle de oldu. Ferguson bu ligde 100 maçın üzerine çıkalı çok oldu. Denizli ise 7. maçındaydı. İskoç, benzin harcamamak için boş viteste sürmüş takımını. Hafta sonunda sezon başında çok salladığı Man. City ile derbi oynayacak. O maçı düşündüklerinden hiç sıkmadılar. İstediklerini alıp gittiler, bu ligin büyülü ortamında keyif vermeyen bir 90 dakikaydı. Wolfsburg rahat kazandı. Beşiktaş'ın CSKA Moskova'dan en az 4 puan alması lazım. Wolfsburg'u da İnönü'den elinden kaçırmayacak tabii. Çareyi de Denizli bulacak 372 dakikadır gol atamayan takımına... İnönü'de tribünler uzun zaman sonra takımdan daha kötüydüler. Onlar bir sonraki maça toparlanır ama bu kadrodan Sivok-Ferrari ikilisi dışında şüpheliyim. Gecenin süprizi Apoel'den. Atletico Madrid sezona kötü başladı, gol bile atamadılar Calderon'da. Bayern Munih ve Real Madrid deplasmanda (Ronaldo iki frikik, evlat Raul bir gol) rahat kazandılar. Diego'suz Juventus'tan Bordeaux bir puanı çaldı. Porto'nun işini tek golle Anelka bitirdi. Milan'ı sona bıraktım. Bugün La Gazzetta'da Inzaghi'nin röportajı vardı. Sezon başından beri onbire giremiyordu. Bugün oynayacağım, benim maçım olacak diyordu. Dediğini yaptı, iki çaktı Marsilya'ya. Deschamps otursun ağlasın bu Milan'ı yenemedi diye..

Barça Maçı Öncesi Mourinho

Kim, Şampiyonlar Ligi'ni kazanmamız gerektiğini söylüyorsa, futboldan hiçbir şey anlamıyor" Jose Mourinho/Inter
Mourinho: 'Chi dice che dobbiamo vincere la Champions non capisce niente di calcio'

The Firm 2009

The Firm 2009 . Bu hafta İngiltere'de vizyona giriyor. Yolunu gözleyeceğiz...

Totti Ailesi

Roma'yı çok mu seviyor yoksa Roma'yı sömürüyor mu? Dün bunu sorgulayan bir makale okudum İtalya'dan. Yılda aldığı 5.5 milyon euro kulübünün standartlarının çok üzerinde. 33 yaşına gelmiş bir futbolcunun 5 yıllık sözleşmesine 5.5 milyon yazdırmasının haksızlık olduğunu savunuyordu yazar. Totti, Roma'yı çok seviyorsan 3 milyona çek o rakamı demiş yazısının sonunda. Ailecek Vanity Fair'in İtalya edisyonunun son sayısına poz vermişler. İtalyan ailesi demezsin...

Pasion Turca de Rijkaard

Katalan medyası Rijkaard'ı Galatasaray'da 5'te 5 yapınca hatırladı. Sayfa dünkü Sport'tan. Türk futbolsever için haberde ilginç hiçbir şey yok.

Tarihe Geçecek Bir Gece

Maç bitti, kucaklaştık...
Masadaki arkadaşlarımdan Oğuz Bulut (ki futboldan atletizme, tenisten voleybola gerçek bir spor tutkunudur kendisi. Bu yıl ülkemizde yapılan Avrupa Seyircisiz Voleybol Şampiyonası maçlarına bile bilet alıp, kızıyla beraber gitmiş bir insandır!) “Yahu” dedi, “Koskoca uzatmada adamlara sayı attırmadık, Avrupa Şampiyonası tarihinde böyle bir maç var mıdır acaba?”
Kayıtlara bakmadan, hemen söyleyeyim: Yoktur!
Çok araştırırsak belki uzatmada takımlardan birinin hiç skor üretemediği bir maç buluruz. Ama dün geceki bir gece… Sanmıyorum.
Skorda birinci opsiyonunuz olan NBA yıldızı, 1/16 ile oynayacak…
Takımın pivotu, serbest atış çizgisine en çok giden oyuncunuz, oradan sadece 1/10 isabet bulacak…
Serbest atışlarda siz takım halinde % 58’de kalırken, rakip % 85 atacak…
Sırbistan gibi köklü bir basketbol ekolüne karşı, maçın en kritik bölümlerinde uzun süre alan savunması yapacaksınız ve rakip, son topta 24 saniye hücum süresini doldurup, şut bile bulamayacak…
Ve kazanacaksınız.
Bu kadarla da kalmıyor: Bu Sırp takımının omurgasını oluşturan ve çoğu Partizan altyapısından yetişmiş oyuncular (Tepiç, Tripkoviç, Velickoviç, Teodosiç, Pauniç) bizim belalımızdır aslında... Altyapı turnuvalarında, aynı yaş grubunda Türkiye’yi genelde Ersan, Oğuz, Semih, Ömer Aşık temsil etti (Cenk Akyol ve Hakan Demirel de vardı, ama onlar buralara gelemedi) ve hiç kazanamadık. Gelip gelip hep Sırplara tosladık.
Dün gece bu açıdan da bir ilkti.
Ayrıca hiçbir büyük turnuvada 5’te 5 yapamamıştık. En son 2006 Dünya Şampiyonası’nda ilk dört maçı kazandıktan sonra, beşinci randevuda Yunanistan’a boyun eğmiştik.
İlk turda rakiplerin zayıf ya da eksikli olması, Türk Milli Takımı’nın gerçek gücü hakkında soru işaretlerinin doğmasına neden olmuştu. Açıkçası, ben de temkinli olmayı tercih ettim. Bu yazıların aboneleri bilir; ikinci turda 3 maçta 2 galibiyet şansımız olduğunu söylemiş ve İspanya ile Slovenya maçlarını işaret etmiştim. Yanılmış olmaktan ötürü çok mutluyum.
Oyununu, özellikle de savunmasını her gün biraz daha ileriye taşıyan 12 Dev Adam, herkesle dans edebileceğini gösterdi. Hani eski bir cumhurbaşkanımız gibi “Böyyük” demesini de biliyorlar, yerine göre “büyük” demesini de…
Şimdi rakip Slovenya… Dizinde ağrılar olan Hidayet’i dinlendirmeli miyiz? En skorer ve en ribaundcu oyuncumuz Ersan da bir hayli yıprandı. Daha önce yazdığım gibi, çeyrek finale namağlup çıkmak değil, yüzde 75 madalya anlamına gelen o maçı kazanmak önemli. Slovenya önünde Engin ve Bekir’e şans vererek, Sinan’ı biraz daha fazla kullanmak, bize çeyrek finalde önemli fizik artılar getirebilir.
YİĞİTER ULUĞ

Pana-G.Saray Maçının Hakemi

Panathinaikos-Galatasaray maçını Paolo Tagliavento yönetecek. Hafta sonunda İtalya'yı karıştıran hakem. Genoa'nın Napoli'yi 4-1 yendiği karşılaşmada Napoli'yi doğradı. Verdiği bir penaltı var ki Genoa lehine akıllara ziyan. 3 kırmızı kart çıktı maçta. La Gazzetta not olarak 3 vermiş ki bu süründü demek. Tagliavento 38 yaşında, Avrup'da 2 yıldır maç yönetiyor. Asıl mesleği kuaförlük. İtiraz edene basıyor sartı kartı. Dibe vurduğu bir maçın ardından gelecek Atina'ya. UEFA hakem komitesinin de işi zor. 3 gün içinde 40 maç var iki kupada. Top class hakemleri doğal olarak Şampiyonlar Ligi'ne yollayacaklar. Avrupa Ligi'nde bu sezon hakem faciaları yaşanır illa ki.Maçta 5 hakem olacak sahada; +1 de kenarda.
Referee
Paolo Tagliavento (ITA)
Assistant referee
Luca Maggiani (ITA) Elenito Di Liberatore (ITA)
Additional assistant referee
Andrea De Marco (ITA) Emidio Morganti (ITA)
Fourth official
Antonio Damato (ITA)

Futbolda +2 Hakem

Lazio'da Ali Tanrıyar Açılımı

Lazio başkanı Lotito, Ali Tanrıyar açılımı yapmış. Ali Tanrıyar "G.Saray sevmeyen ölsün" demişti. (Aslında hikayesi başkadır) Lazio başkanı da sözleşme yenilemeyen (Pandev) ya da takımdan kaçan futbolcuları hedef almış: "Lazio'yu bırakan sportif olarak ölür" diye buyurmuş. Kendisine kısaca "Nedved" diye bir cevap verilebilir tabii. Açılım kelimesi de blogda yer almıştır. Bizim ne eksiğimi var ki (!)

Naklen Yayınlar

15 Eylül Salı
21:45 Beşiktaş-Manchester United / Star TV
21:45 Zürich-Real Madrid / Futbol Smart
21:45 Chelsea-Porto / Euro Futbol
21:45 Maccabi Haifa-Bayern Münich / Rustavi 2
16 Eylül Çarşamba
21:00 Denizlispor-Sivasspor / Lig TV
21:45 Inter-Barcelona / Star TV & Rustavi 2
21:45 Stuttgart-Rangers / Futbol Smart
21:45 Standart Liege-Arsenal / Euro Futbol
17 Eylül Perşembe
20:00 Panathinaikos-Galatasaray / TNT & İçtimai Tv
22:05 Fenerbahçe-Twente / Euro Futbol & İçtimai Tv

14 Eylül 2009

Her Santrfora Lazım

Bu kitap her santrforun kütüphanesinde bulunmalı (!)

Diego ve Juventus

Vuruyorlar, bütün sezon da vuracaklar... Diego, Serie A'ya hoşgeldin! Juventus sezona çok iyi başladı. Mourinho ise hala dalgasını geçiyor. Gözlerini gazetecilere gösterip "Dün gece Juventus'un galibiyetini gördükten sonra gözlerime uyku girmedi. O yüzden şişler" diye sarıyor. Bu it dalaşı Juventus-Inter maçına kadar sürer. Juventus ikinci başkent deplasmanından da çıkmayı başardı. Bu Ferrara gibi genç bir teknik adam için büyük testtir. Diego ise yediği tekmelerden dolayı 15 gün sahalardan uzak kalacak. Şampiyonlar Ligi başlarken büyük eksik.

13 Eylül 2009

Fikri Takip #2

Vieri ne yapıyor? haberlerine devam (!) New York'a poker turnuvasına giden Vieri, Melissa Satta ile bisikletle şehir turunda. Vieri efendi sözüm sana: "Sıkıysa gel bunu İstanbul'da dene..."

Smirnoff 21

Smirnoff'un Manchester United şerefine çıkardığı Smirnoff 21. Koleksiyoncular peşine düşebilir.

Çeyrek Finale Doğru

Çok önemli galibiyet…
Yendiğimiz takım 2006 Dünya Şampiyonu, 2007 Avrupa ikincisi ve 2008 Olimpiyat ikincisi olduğu için…
Çeyrek finaldeki yerimizi garantilediği için…
Ama en önemlisi, güçlü, köklü ve iddialı bir basketbol ülkesine karşı neler yapabileceğimizi gösterdiği için… Artık rakipler de bizden korkuyor. Eğer bu çizgimizi korur, bu muhteşem savunmayı her maçta tekrarlayabilirsek, Polonya’dan madalya almadan dönmeyiz. Koskoca İspanya’yı 60 sayıda tuttuğumuza göre…
İkinci tura ilişkin öngörülerimi gerçekleştiren bir maç oldu. İlk turda % 78 ile kullandığımız serbest atışlardan ve % 42 isabetle yağdırdığımız üçlüklerden eser kalmadı. Serbest atışlarda 7/12, üçlüklerde 6/26 yapabildik. Haliyle skorumuz da düştü. İlk turun en parlak adamı Ender, üçlük çizgisinin arkasından 0/5 attı ve bana kalırsa, son çeyrekte bu kadar çok sahada kalması, Kerem’in kenarda unutulması hataydı.Neyse… Kazanan her zaman haklı. Tanjeviç de öyle… Böyle kalpten mücadele veren, her top için yerden yere atlayan, İspanyollar gibi baskılı savunmanın piri oyunculara karşı sadece 8 top kaybeden takım kazanmalıydı zaten…
Bir nebze rahatladık artık; sakatları iyileştirmenin, yorgunları dinlendirmenin zamanı. Bu turnuvalarda en kritik gün, çeyrek final günüdür. O ana kadar namağlup gitseniz bile çeyrek finalde uğrayacağınız tek sayılık bir yenilgi, sizi bir anda 4 sıra aşağı atar. O yüzden çeyrek finale diri ve sağlıklı çıkmak, benim gözümde Sırbistan ve Slovenya’yı yenmekten daha önemli. Pazartesi ve Çarşamba oynayacağımız maçları kaybetsek bile bu grupta üçüncülük garanti. Bu durumda büyük olasılıkla Fransa ile eşleşiriz. Şampiyonada şu ana kadar formu korkutucu ama geçen sene elemelerde peş peşe iki kez yendiğimiz ve çekinmeyeceğimiz bir rakip.
Acaba Tanjeviç de benimle aynı görüşte mi?

YİĞİTER ULUĞ